You are on page 1of 2

A V L U

Fotoğrafın, fotokopi makinası tarafından canı çıkarılmamış, renkli ve tadından yenmez olan orjinal versiyonu için bkz: İşbu dergi ücretsiz olup, fotokopiyle çoğaltılmak-
tadır. Dergiyi beğenen okurların diledikleri mik-
tarda fotokopisini çektirerek eşe, dosta, tanıdığa,
tanımadığa dağıtmaları takdire şayan bir davranış
olur. Dergiye yazı göndermek isteyenlerin ise
yazılarını «avludergisi@yahoo.com» adresinde ko-
abilerine özenen çocukların dergisi nuşlanan editöre göndermeleri gerekmektedir.

BİR TEBLİĞ ÖYKÜSÜ ÖNSÖZ NİYETİNE...


İrfan Alçilek
Merhabalar efendim,
“Yaz yağmuru” kavramıyla çelişmek ve kendini bu kavramın dışş Dergimizin ilk (ve belki de tek)
sayısı çıktı. Nitelikli yazılardan
şında tutmak istermiş gibi saatlerdir kesilmedi yağmur. Evvelsi gün
müteşekkil bir içerik oluşturabill
kapalı, nemli ve son derece bunaltıcı, dün kuru ve sıcak bir hava hükmş lirsek, ikinci sayıyı da çıkarmak
münü sürerken İstanbul üzerinde, bu günün kısmetine de böyle bir istiyoruz. Ancak kimse teveccüh
hava düşmüştü demek ki. Fakat sokaklar, ansızın sırılsıklam olmalarş etmez de, yazı göndermezse bir
rına rağmen, yağacağına dair hiçbir ipucu vermeden gelen yağmurş sonraki sayı çıkamayacak.
run bir anda bastırıvermesine hiç şaşırmamış İstanbullularla doluydu.
Sultanahmet belki istisna tutulabilirdi, büyük ihtimalle orada garip Derginin ismini, amacını vs. anll
ünlemlerle şaşıran Japon ve Çinliler, yahut otelden kısacık şortlarıyla latmaya kalkmayacağım, lakin
ayrıldıkları için hayıflanan Alman, İtalyan vesair Batılılar vardı şimdi. bu fanzin denen şeyin cazibesl
h t t p : / / w w w . fl i c k r . c o m / p h o t o s / k a r t o n k u t u d a s h o t z i m b i r t i s i
Gerçi kendisi de üstüne bir şey almamıştı. Islanmak dert değildi ama. sinden dem vurmamaya içim
Nasıl olsa eve gidiyordu. Belediyenin iç tasarımını yeniden ve aslında elvermiyor. Bir A4 kağıdının iki
beceriksizce dizayn ettiği otobüslerden birinin son koltuğuna oturdş yüzünü kullanarak, dört sayfadl
Sen Aklımı Tut, Ben Onları Oyalarım dan müteşekkil bir dergi çıkarıyl
duğunda, elbiselerinin sırılsıklam olmasının kendisine vereceği kırk,
Züleyha Sarı kırkbeş dakikalık ezâya katlanmak zorunda olması yağmur altında yoruz efendim. Bu hem bir dergi
çıkarmanın o müthiş zahmetini
ferahlamanın tek dezavantajıydı. Avantajlarla dezavantajları ayrı kefş oldukça hafifletiyor, hem de dergl
aklından bir sayı tut felere koyup tartmasının hiçbir şeyi değiştirmeyecek olması güzeldi. ginin maliyetini neredeyse sıfıra
dudaklarını aralayınca asal çarpanları dökülsün Böylece beynini bir külfetten kurtarmış olduğunu düşündü. “Bazen düşürerek elkiri problemini çözl
hikmetlerin bize gizli olduğu şu dünyada öyle bir sayı tut ki, yanına neyi koyarsan koy tercih edilebilecek seçenek sayısı “bir” olsa da, insan, zihninde tercih züyor. Bu bizim buluşumuz değil
edilebilme şansı olmayan bir seçenek daha üretip bunları karşılaştırabş elbette, bizden önce milyonkere
akşam üzeri tedirginliklerine şifa olsun.
biliyor. Ne lüzumsuzca bir eylem!” dedi içinden. Otobüs kuyruğunda yapılmış bir şey.
dünyaya “şu” dedim, geçmiş olsun. beklerken bir yandan yağmur da doludizgin yağıyorsa yapılabilecek
tek şey konu bütünlüğü gözetmeden, dersiz topsuz bir şekilde düşş Bu fanzinlerin dağıtımı da eldl
aklından bir gitmek tut şünmektir. Kitap, dergi, gazete okuyamazsınız çünkü ıslanır. Müzik den ele gerçekleştiriyor. Dergiyi
yüzünü sana doğru gelmek isteyenlere dönünce gitmek neymiş görürsün. dinlemek ikinci bir seçenek değildir, çünkü müzik de size bir şeyleri beğenirseniz, gidiyorsunuz bir
hatırlatır ve hatırladığınız şeyler üzerine düşünürsünüz bu sefer. Yani fotokopiciye, “abi şundan elli
zıtlıkların yönüne olan inancını kavileştirdiğin günlerinden birinde, düşünce suyunda ezip nüsha alayım” diyorsunuz ve elli
olsa olsa düşüncenin yanına salatadır, yoğurttur.
acısını azalttığını zannettiklerini içmelisin. nüshayı ister eşe, dosta dağıtıyl
sarhoşken yola çıkmak istediğine emin misin? Neyse efendim, kapıları açıp bunca insanın içeride beklemesine yorsunuz, ister okul kantinindeki
izin vermek yerine, kapıları açmayıp ıslanmalarına neden olan şoför masalara yahut vapur koltuklarl
de pişkin pişkin, sol ayağını sol tarafa, sağ ayağını sağ tarafa doğru rına bırakıyorsunuz. Böyle böyle
aklından bir vakit tut okuyucu sayısı artıyor. Aslında
aça aça, göbeğini hoplata hoplata, sersem sepelek geldi, kapıları açtı.
ne ikindiye benzesin, ne yatsı olsun kaç tane dergi çoğalttığınızı editl
“Sıraya riayet edelim”, “Araya kaynak yapmasana kardeşim”, “Abla, törün mail adresine bildirmeniz
efkar demleyip derinden iç geçirirken güneşin yükselişine şahit olunca, üfleyerek söndürdd sen benden sonrasın” gibi cümleler eşliğinde hâzirûn otobüse bindş de hiç fena olmaz, böylece tirajıml
düklerin hatırına doluşsun. di. Bizimki de en arka koltuğu mesken edindi. Karşı dörtlüde oturan mızın kaç olduğu konusunda en
ben ister miydim öğle, akşamın karanlık urganlarıyla boğulsun.

1
azından yaklaşık bir bilgi sahibi
ocak ikibinsekiz oluruz.
editör: irfan alçilek
ağrı bu, sen ben değil ki konuşarak teselli etmek mümkün olsun
tasarım: süleyman tafdil
İçeriğin ciddiyeti dergiyi çıkarl üç anafenli onun garantisiydi. Kendisi bu sabîlerden haylice büyük demir para gibi. Para şu anda hızla dönüyor. Hala seçim şansımız kısakitapyazıları
ranlara kalmış, lakin bir fanzindl sayılacağı için -artık yaşı ondokuzu bulmuştu- yaşlı amca ve teyzş var. Yazı veya tura. Dünya yahut ahiret. Ama para düştüğünde seçim
den çok ciddi, ilmi bir üslup da zelere yer verme sırasında dördüncülükteydi. Üç durakta bir yaşlı şansımız kalmayacak. Paranın ahiret yüzünün üstte kalacağı şimdidş
beklenmez. Benim kullandığım MARİFETLER
binse dördüncü yaşlının otobüste bir yere oturma gerekliliği ancak den belliyken dünyayı seçmek ancak ahmakların işidir. Ve şu konuda Ursula K. Le Guin
üslup dahi fazla ciddi belki de.
onikinci durakta ortaya çıkardı. E yol kaç duraktı ki zaten? Hem ne derince bir düşün: Bu dünyada mal, şan, şöhret hep inkarcıların ve
malumdu üç durakta bir yaşlının bineceği. Bu yağmurda yaşlıların ahmakların yanında iken peygamberler, sahabe ve selef-i sâlihîn hangş Fantastik bir hikayede gerçek
Dergide ilmi, akademik çalışml
malara yer vermeyi düşünmüyl
ne işi vardı yollarda. gi ahvâl üzere yaşadılar? Onlar da Kârun misâli zenginler miydi?” diye bir hüznü anlatan sapasağlam
yoruz. Onun dışında hikayeydi, devam etmeliydi. -Son cümleyi geçenlerde okuduğu fıkıh kitabından bir roman. Fantastik edebiyattl
Yanındaki boş koltuğa da en fazla ilköğretim yedinci sınıf bir anafş aldığını kızcağız nereden bilecekti?- Ama bu da olmazdı. Çok vaazvârî tın da hakiki bir edebiyat türü
şiirdi, denemeydi, vesairdi, bill
fenli kız daha oturunca iyice rahatladı. Koltuğunun güvenliğini iyice olmuştu sanki. olduğuna inanmak isteyenlere...
limum nitelikli yazı yayınlanır.
Daha önce her hangi bir dergide
sağlamıştı. Hayır, bu sabîler olmasa, kendisi de insanın canını çıkaran (Bu arada Le Guin kesin felsefi
yayınlanmamış olması ve seçici bir futbol maçından dönüyor olsa, hem de gün içinde üç saat yol Sonra kız bir sayfa daha çevirdi. Başlığı açık mavi yazıyla yazılmış sosyolojik bir sürü şey söyleml
kurul tarafından onaylanması tepmiş olsa, ayaklarına kara sular inmiş olsa, bu hal üzere bir koltş “olumlu musunuz yoksa karamsar mı?” testini soruların ve cevapların miştir roman boyunca, ben pek
tuğa yayılmış otobüsün kalkmasını beklerken bir yaşlı hanım teyze altını çize çize çözmeye başladı. Dumurlardan dumur beğendi bizimkş bir şey çıkaramadım lakin)
yeterli.
gelse kalkmayacak mıydı? Kalkacaktı elbette. Ama yine de oturmak kisi. Kızın içler acısı haline acıdı ki ne acıdı. Şimdi ne yapılabilirdi? Kıza
Cahit Nuri Karakoç
Müstear isim kullanmak caizdl güzeldi. Bu sabîler kalksa ne, otursa neydi? Kanları fokurduyordu zatş dönüp “Sen Matrix’i izledin mi?” diye sorulacaktı. Şaşkın ve aceleci
dir. Şeffaflık gibi bir politika takl
ten, oturamazlardı rahat rahat yerlerinde. Bu düşüncelerden sıyrılıp bir “hıhı” cevabı alındıktan sonra “İşte şimdi önünde iki hap var. Biri ***
kitabını çıkarmak için çantasına davranmıştı ki yanındaki ilköğretim elinde tuttuğun mavi hap -renkleri karıştıyor olabilirdi, ama boşvermş
kip etme derdinde değiliz.
yedinci sınıf anafenli kız çantasından “Salsa” başlıklı bir dergi çıkarıp meliydi- yani yalan dünya, hepimizi uyutup sömürdükleri yalan dünyş SUR KENTİ HİKAYELERİ
itinayla katladı, bacak bacak üstüne attı, dikkatle cıvık cıvık magazin ya, diğeri ise aklında ve vicdanındaki kırmızı hap, yani yaşanması diğer Ali Ayçil
Ayrıca içerideki “kısa kitap yazl
zıları” kısmında üç cümleden
kokan dergisini okumaya başladı. Acısın mı, kızsın mı bir müddet terş yalancı ferahlık ve rahatlık dünyasına karşı daha çetin, fakat gerçek
fazla olmamak kaydıyla kitap reddütte kaldı bizimki. Sonra acımakta karar kıldı. “Emr-i bi’l ma’ruf olan dünya. Şimdi birini seçmelisin. Rahatlık dünyası sana ne kadar “Amâk-ı Hayâl tadı veriyor”
üzerine yazılar yayınlıyoruz. nehy-i ani’l münker” kaidesi uyarınca kızı irşad etmek gerekirdi şimdi zaman rahat edeceğini bile söylemiyor. Yalnızca ve yalnızca şimdiyi diyeceğim ama “abartıyorsun”
Oraya da bir şeyler yazmaya ama, mümkün müydü ki? Yapabilir miydi? Önce nasıl lafa gireceğini düşünmeni istiyor senden. Ama sonunun hüsran olacağı şimdiden denmesinden korkuyorum. Bilgl
üşenen kronik tembelliğe tutulml belirlemeliydi. Yahu el kadar sabî, ne bu tereddüt? Yok, bütün bu belli. Kırmızı hapı seç genç kız, varlık sebebine isyan etme ki akıbetin gelik dolu, hikmet dolu sözlerll
muştur, haberi ola. tereddüt etkili olmak adına. Birkaç şey söyleyip bitirmeliydi, uzun hayır üzre olsun.” diye bir iki dakikalık bir konuşma yapılıp cevap beklş le bezeli, erimiş çikolata kadar
akıcı bir hikaye. Daha doğrusu
uzun konuşulmaz cami vaizi gibi. Daralır kız, ciddiye almaz mevzuyş lenmeden otobüsten inilecekti. İyi ayarlamıştı kendini, ineceği durağa
bir hikayeyi tamamlayan hikayl
Gelgelelim teşekkür bahsine; yu. Mesela “Sen Müslümansın değil mi? İyi, dinle o halde. Bak, eğer da iki, üç dakikalık bir yol vardı zaten. Derince nefes aldı. Yolu tekrar yeler silsilesi.
öncellikle yazarlara teşekkür müslümansan hesap gününün varlığına da inanıyorsun demektir. kontrol etti. Evet bu durak değil, sonraki durakta inilecek. Biraz daha
ederiz, ellerinden öperiz. Sağl Eğer yaptıklarından ettiklerinden hesaba çekileceksen, Allah’ın açıkçş bekleyecek ve nokta vuruşu yapacaktı. Ama kız birden başını kaldırdş Süleyman Tafdil
ğolsunlar. Sonra da M.Ü. İlahiyl ça emrettiğine isyan eden bu fâcirlere benzemekten kaçınmalısın ki dı, etrafına hızla göz gezdirdikten sonra dergiyi telaşla çantasına tıktı.
yat Fakültesi bünyesinde canla -bu fâcirler derken dergide parlak parlak resimleri olan insancıklar Hızla arka kapıya ilerledi ve son anda düğmeye bastı. Kapı açıldı ve kız ***
başla kültürel, sanatsal, edebi
işaret parmağı yardımıyla gösterilir- sonun da onlara benzemesin, indi. Bizimkinin omuzları düştü. Suratında haksız yere azar işitmişlerş
faaliyetlerde bulunmaya çalışan
Bilgi Ve Değerler Platformu’na
halbuki sen…” denilebilir. Mi? Mümkün değil, berbat, metinde hiçbir rin boşveriyormuş gibi gözükmeye çalışan ama beceremeyen ifadesi, HEP AYNI HİKAYE
teşekkür ederiz. Zaten burada yanlışlık olmasa da imkanı yok söylenmez. Başka bir şey lazım. paytak paytak ve otobüsle beraber sarsılarak kendisine arka kapıdan Ömer Faruk Dönmez
belirtmeliyiz ki, derginin hedefll daha uzak olan orta kapıya yürüdü (çünkü arka kapı düğmesine bir
O sırada kız sayfayı çevirdi. Açılan yeni sayfanın büyük ve pembe başkası basmıştı o ise kendi bastığı düğme nedeniyle açılan bir kapıdş Ömer Faruk Dönmez kendisine
lediği esas okur kitlesi M.Ü.
İlahiyat öğrencileri. Ayrıca onll
başlığı “Aşk acısı hakkında” idi. Bir çöküş ifadesi daha belirdi yüzünde dan inmek istiyordu bu isteğin bütün anlamsızlığına rağmen), düğmş komik olanı edebi bir şekilde anll
lardan gelecek yazıların da bir bizimkinin. Sonra derin bir nefes aldı, toparlandı. “Bunlarınki aşk değş meye bastı. İnerken zaten çok tesirli sözler söylese dahi kızın bunları
latabilme yeteneği bahşedilmiş
ğil emin ol” demeliydi şimdi. Ve bu hiç beklemediği ikâzın ne olduğş bir yazar. Kesinlikle ucuz ve basl
ayrıcalığı, önceliği olacak tabii. ciddiye almayacağını düşünerek rahatlamaya çalıştı. Ne yani, kendisi sit edebiyat değil Hep Aynı Hikl
Dergiyi oradan çıkarıyoruz deml ğunu anlamaya çalıştığı yüz ifadesinden belli olan kızın şaşkınlığına iki kelam etti diye kız hayatını mı değiştirecekti. Sonra cesaretsizliğinş kaye’deki farklı hikayeler. Belki
mek istemiyorum, lakin sonuçtl aldırmadan “Adını aşk koydukları bir ahlaksızlık oyunu oynuyorlar ne ve beceriksizliğine kılıf bulmaya çalıştığını kendi kendine itiraf etti. “Toprak Işık’ın birkaç gömlek
ta derginin ilk çıktığı ve tabiri bunlar ve herkes kendileri gibi ahlaksız olmaya çalışırsa ancak, oturdş Belki ileride daha cesaretli olurum diye kendini teselliye çalıştı. Konu üstü bir yazar” diyebiliriz bu hikl
caizse dağıtıma başlanılan yer dukları bu süslü, şatafatlı tahtlarını emniyet altına alabilecek, müsrif üzerinde daha fazla düşünmemek için dudaklarını öne uzatarak çıkş kayelerin yazarı için, ama belki,
orası. İzin verin, o kadar ayrıcall ve ehl-i keyf hayatlarının sorunsuzca devamını garantileyebilecekler.
lıkları olsun.
kardığı “bırrr” sesi eşliğinde kafasını iki yana salladı ve beş dakikalık çünkü “kıyas kabul etmezler”
Siz ne yapıyorsunuz? Onlara özeniyor, onlar gibi olmaya çalışıyor, onlş yol için çantasından walkman çıkarmaya üşendiğinden aslında güzel diyebilmek de mümkün.
ların sizin üzerinizdeki hakimiyetini gitgide perçinliyorsunuz. Onlara bir Âzerî türküsü olan “gel ey seher”i katlede katlede ayaklarını evine
editör
özenmemelisiniz ki sonunuz onlar gibi olmasın. Unutma genç kız, doğru sürüklemeye başladı. Abduh Yoğunışık
-burada “genç” kelimesi gurur okşama maksatlı kullanılacak- hayat

You might also like