Professional Documents
Culture Documents
devrim teorilerinin
eleştirisi
3
m arcuse ve bat» dünyası
jack w oddis
Çeviren
Turhan TAYLAN
Jack VVODDIS, New Theories of Revolution
Lavvrence and VVishart; Londra 1972
7
go kampusunda Siyasal Düşünce profesörü olduğu Kaliforniya
Üniversitesi’nde ders verdi.
Bu kitabın temel konusu ile ilgili olduğundan özellikle onun
siyasal kuramları, yani devrimde sınıfların rolü üzerinde duraca
ğız; Batı dünyasındaki aydınlar ve öğrenci çevrelerinde önemli
ölçüde tanınmasını sağlayan da bu soruna ilişkin görüşleri ol
muştur. Siyasal düşüncelerinin yıllarca kafasında olgunlaştığı, Al
manya’daki ilk deneylerinden ve Nazilerin yükselişinden (sonra
ki daha dolaysız siyasal yazılarının pratik olarak buna ilişkin
bir şey söylememeleri oldukça garipse de) ve Amerika Birleşik
Devletleri'nde geçirdiği 37 yıldan kaçınılmaz olarak etkilendiğine
kuşku yoktur. Ancak, siyasal kuram larının ilk kez yaygın bir
geçerlilik kazanması 1964 yılında One Dimensional Man (Tek Bo
yutlu İnsan)’ın yayınlanmasından sonradır. Görüşleri An Essay in
Liberation (Kurtuluş İçinde Bir Deneme) (1969) ve Five Lectures
(Beş Konferans) (1970)’de daha da açıklanmıştır. Kuram larının en
keskin ve daha dolaysız anlatım ları görüşmelerde, derslerde, ko
nuşm alarda ve seminerlerle konferanslara katılmasında görül
müştür.
Gerek Fanon’da, gerek Debray’de olduğu gibi, Marcuse'nin
yazılan da büyük ölçüde burjuva yaymevlerince yayınlanmış, bir
kaç dile çevrilmiş ve sol çevreler dışında da tartışm a ve çö
zümleme konusu olmuştur. Gene Fanon'da ve Debray'de olduğu
gibi yazılan tutarsızlıklardan uzak değildir. Yazıları yıldan yıla
bir düşünce gelişimi, aynı zamanda düşüncelerinin olumlu yön
de olgunlaştıklarını da gösterseydi bu gibi «tutarsızlıklar» doğal
karşılanabilir, h attâ bağışlanabilirdi de. Ancak, Marcuse’nin tu
tarsızlıkları bu türden değildir. Düşüncelerindeki belirli bir karı
şıklığı yansıtm aktan çok, hoşuna gitmeyen bir gerçeği boşlama
ya da kendi lehine olan gerçekleri ve eğilimleri seçme ve önem
seme, kendi lehine olmayanları da, dengeli ve bilimsel bir sonu
ca ulaşmak için ne denli önemli olurlarsa olsunlar, önemsememe
eğilimini yansıtırlar.
Bunların tümü, çağdaş kapitalist toplumu inceleme amacın
dan, yeni olanı kavrama yeteneğinden ileri gelmektedir. Bize,
yirminci yüzyıl kapitalizminin karmaşık olgusundan, ilerdeki dev
rim in biçimi ve niteliğinin daha açıkça görülmesini kolaylaştıran
belirli bazı eğilimler çıkarmamız bakımından, büyük ölçüde yar
dımcı olmuştur. Kendi dikkatini ve bizimkini, yeni gelişmele
rin birçok önemli ve yeni yönüne döndürm üştür kuşkusuz ve
8
bazı noktalardaki dengesiz ağırlığı, ötekiler üzerindeki üzülüne-
cek ve haklılaştm lm am ış genellemeleri gibi (bazı durum lardaki
gerçekten çarpıtmaları), b ir anlamda, düşüncelerimizin, günümü
zün öndegelen emperyalist ülkelerindeki sosyalist devrimin strateji
ve taktiklerine ilişkin büyük sorunlarla ilgili sayısız önemli so
runda odaklaşmasına yardımcı olmuştur. Ama, içinde bulunduğu
muz dönemin somut gerçeklerini bilimsel ve kapsamlı biçimde
kavramada gösterdiği başarısızlık —ve işçi sınıfının çağdaş m ü
cadelelerinin tüm yönlerini gerçekten dışarda bırakan bir görüş
bilimsel olduğunu ileri süremez—, gerçeğin kendisini yendiğini ve
eski savlarının yetersizliğini gösterdiğini anladığında görüşlerin
de değişiklikler yapmaya yönelerek kendi «yeni düşüncesi»ni hak
lı çıkarma yönündeki şaşkın girişimleriyle sonuçlanmıştır. Fran
sa'daki 1968 olaylarını kavramadaki yetersiz girişimleri, ilerde
göreceğimiz üzere, b ir örnektir.
Marcuse’nin siyasal kuram larım tartışırken, radikal çevreler
de yaygın tartışm alara yol açan üç temel sorun üzerinde yoğun
laşmak istenmektedir.
Birincisi, öğrencilerin kapitalist dünyadaki rolleri: Siyasal are
nada onları öne geçiren etm enler nelerdir, eski öğrenci kuşakla
rından nasıl ayrılm aktadırlar, devrime yaptıkları katkının nite
liği nedir, ne ölçüde devrim önderleri olarak dikkate alınabilir
ler, üniversitelerdeki 'Kızıl Üsler' kuram ı nedir.
İkincisi, Fransa’da Mayıs-Haziran 1968'de yaşanan deneydir;
bazı radikallere göre, Marcuse’nin öğrencilerin öncü rolüne, işçi
sınıfının kapasite yetersizliğine ve Komünist Parti'nin başarısız
lığına ilişkin görüşlerini geniş ölçüde doğrulayan b ir deneydir bu.
Kanımca, bu görüşler, Marcuse’nin çözümlemelerinij doğrulamak
bir yana, yüzeyselliğini, ortaya çıkaran; işçi sınıfı hareketi için
daha da önemlisi, Marcuse'nin yaklaşımına dayanarak eylemde
bulunmaya kalkışmanın devrim için tehlikelerini ortaya koyan
1968'deki Fransa’da gözlenen bunalımın doğru gerçeklerince red
dedilmişlerdir.
Üçiincüsü, Batı'daki çağdaş işçi sınıfının rolü: Bilimsel ve
teknolojik devrimin işçilerin yapısı ve görünüşü üzerindeki et
kileri sorunu, işçi aristokrasisi sorunu, işçi sınıfı hareketi için
de reformizmin rolü, işçi sınıfının yeni bilimsel ve teknik kesim
leri, kapitalist ülkelerde Komünist Partilerin politikaları, «top
lum dışında bırakılan» yoksul, işsiz, Kara insanların durumu.
9
MARCUSE’N İN ÇAĞDAŞ KAPİTALİST TOPLUMA İL İŞK İN
GÖRÜŞLERİ
10
olmakta ve staus qu.omm sadık ve tutucu bir savunucusu kesil
mektedir. Var olan tüm dem okratik kurumlar, halkın kazandığı
demokratik haklar ve sendikalar ile siyasal partiler (Komünist
Partileri de dahil) tüm sosyal ve siyasal örgütler sistemle bü
tünleşmektedirler. işçi sınıfı ve onun örgütleriyle partileri ar
tık toplumun «yadsınan varlıkları» değildirler; temel karşıtı de
ğildirler artık, en büyük bir suç ortağıdırlar.
Tek Boyutlu însan’da2 ortaya konan bu düşünlerin ilk oku-
yuşda kavranm aları kolay değildir, ama anlam lan gözden kaçm-
lamaz. Giriş'de şöyle yazar Marcuse:
11
değişimi içerecek8 yetenektedir, 2) Bu içermeyi kırabilecek ve
toplumu patlatabilecek güçler ve eğilimler vardır7.
12
maktadır. İnsanlar kendilerini m allarında tanımakta,
özlerini otomobillerinde, müzik dolaplarında, evlerinde,
m utfak malzemelerinde bulm aktadırlar. Bireyi toplumu-
na bağlayan mekanizma değişmiş, yarattığı yeni gerek
sinmelerde demirlem iştir sosyal denetim... Kitle üreti
mi ve kitle dağıtımı bireyin tamamım istem ektedir...12.
(V) En yüksek emek verimliliği emeğin sürdürülmesi için
kullanılabilir, en etkin sanayileşme gereksinmelerin kı
sıtlanmasına ve karşılanm asına hizmet edebilir. Bu nok
taya ulaşıldığında, bolluk ve özgürlük kılığına bürün
müş olan dilediğince hükmetme özel varlık ile kamu
varlığının h er yamna yayılır, tüm gerçek muhalefeti
bütünleştirir, tüm seçenekleri yutar13.
13
tedir15. Amerika Birleşik Devletleri’nde, büyük tekellerle AFL-
ClO’nun (American Federation of Labor ile Congress of Indust-
rial Organizations'un birleşmesiyle 1955 yılında oluşturulan sen
dika üst örgütü - çn) başkanı George Meany gibi gerici işçi
önderleri arasında bu aldatmacanın elle tutulur, gözle görülür
olduğunu boşlayamayız. Bu durum, tüm kapitalist ülkelerde de
belirgindir. Ayrıca, bu aldatmaca, uzlaşılmış önderliklere meydan
okuyanlara karşı Devlet yardımıyle yıldınna, baskı ve güç kul
lanımını da elden bırakmayacak büyük işçi kesimlerinin sürekli
reformcu imgelerin ve sağ kanat önderlerinin onları yanıltma
yeteneklerine dayanılarak sürdürülmektedir. Ancak, yalnızca bu
aldatmacayı görmek ya da işçi mücadelelerinden herhangi biri
nin yönetilişine karşı ona ağırlık vermek, aşağıda göstermeye
çalışacağım gibi, çağdaş kapitalist toplumun gerçek olmayan bir
tablosunu çizer.
Marcuse Komünist Partilerini de suçlamaktadır. Şu asılsız
savı ileri sürer: «Fransa ve İtalya’daki güçlü Komünist Partiler...
iktidarın devrimle alınmasını bir yana iten ve parlam enter oyu
nun kuralarına uyan bir asgarî program a sarılarak koşulların ge
nel eğilimine tanıklık etm ektedirler16.» Asgarî program lar, sınırlı
talepler, reform m ücadeleleri/Parlam entonun mücadelenin zorun
lu biçimlerinden biri olarak kullanılması: Bunlar her zaman
Marksist ve Komünist kuram ve eylemin vazgeçilmez parçalan
olmuşturİDrneğin, Engels'in 19. yüzyılın Sonunda Almanya'da Sos
yal Demokratların seçim kazançlan ve Parlamento seçimlerinin
önemli rolünü nitelemesine ilişkin anlamlı yorum lannı anımsa
m ak yeter. Lenin, Rus işçilerini, ne olursa olsun devrim için kul
lanılması gerekli olan, «domuz ağılı» diye adlandırdığı kısıtlayıcı
ve gülünç Duma’ya (Çarlık dönemi parlamentosu) girmeleri için
bile zorlamıştır.
Uzun bir demokratik ve parlam enter geleneği, görece güçlü
bir işçi sınıfı hareketi ve işçi sınıfının yanı sıra geniş bir güçbir-
liği için bir temelin bulunduğu ülkelerde, Komünist Partiler, bü
yük sermayenin gücünü zayıflatmak ve ulusal ekonomi üzerinde
ki denetimini ve sahipliğini azaltmak ve sosyalist bir değişime
yolu açabilmek için Devletin çeşitli kurum lanndaki rolünü kısıt
lamak için, Parlamentonun, Parlamento dışı kitle hareketlerinin
çeşitli biçimleriyle de desteklenen kullanımına ay n bir önem ver
dilerse, bu belirli ülkelerin fiilî olanaklarına ve günümüzdeki güç
ilişkilerine tamamiyle uygundur. İkinci kitapta sözü edilen Şili
14
örneği, Şili toplumunun temel değişimi çabasında karşılaşılacak
gelecekteki engeller ne olursa olsun, bu önemli gelişmenin böy
le olabileceğini göstermektedir. Fransa, İtalya, Büyük Britanya
ya da Japonya gibi ülkelerdeki Komünist Partiler için benzer gö
rüşlere sahip olmak, Mercuse'nin, bu partilerin «radikal olmama
ya 'm a h k û m olan’ yasal muhalefet partilerinin tarihsel rolünü oy
nadıkları» suçlamasının haklılığını hiç bir biçimde tanıtlam az17.
Marcuse, b ir başka yerde, Fransız ve İtalyan Komünist Par
tilerini «kapitalizmin başucundaki doktorlar»18 olmakla suçlamak
tadır. Marcuse, çelişkili savının farkına varmamış görünmekte
dir. Tüm yapıtları, «tüm seçenekleri yutan» ve sağlıklı olduğu
açık olan güçlü kapitalist toplumun hemen hemen ürkütücü bir
tablosunu vermeye yöneliktir. Bundan ötürü, Fransız ve İtal
yan Komünist Partilerinin neden ansızın, belki de ölümün eşiğin
de olan bir kapitalist topluma yönelme eğiliminde göründüklerini
açıklama olanağı yoktur.
İşçi sınıfına ve Komünist Partilerine ilişkin eleştirisini açık
larken gerçekten büyük işlere kalkışm akta ve şu savı ileri sür
mektedir:
15
dığım değerlendirmek güç. Ancak, komünist partilerin ileri sür
düğü yetersizliğini ve onların kapitalizme karşı mücadeleyi açık
tan açığa saptırm alarını göstermekteki kararlılığının akıl yürüt
mesini ve gerçeği görmesini öylesine körlettiğinden, ne yazdığı
nın farkında olmadığı sonucu çıkarılabilir.
Marcuse, bilimsel ve teknolojik devrimin belirli yönlerini ve
bunların işçi sınıfının yapısı ile işçilerin üretim deki rolleri üze
rindeki etkisini kullanarak, «sanayi uygarlığının ileri alanların
da emekçi sınıfların belirleyici bir değişimden geçmekte olduk
la r ın ı ileri sürmektedir. Bu değişimin başlıca etmenleri olarak
şunları sıralam aktadır20:
16
ratın işlevini üstlenmektedirler. Tek kuruluşun ötesinde bilimsel
laboratuvar ve araştırm a kurum una uzanan yürütm e ve yönet
me kurullarının geniş hiyerarşisi içinde, sömürünün taşınır kay
nağı olan ulusal hüküm et ve ulusal amaç, nesnel ussallık duvarı
nın gerisinde yiter. Nefret ve bunalım belirli hedeflerinden uzak
laştırılm ışlardır ve teknolojik örtü eşitsizliğin ve köleliğin ye
niden doğuşunu gizlemektedir.»
Bilimsel ve teknolojik devrimden süzülen etkiler ile bunların
kapitalizme karşı mücadelenin kapsamı ve niteliği üzerindeki et
kileri görmezlikten gelinemez. Marcuse, bu yeni olguyu inceleme
ye ve gerekli sonuçlan çıkarmaya dikkatimizi çekmekte haklıdır.
Ancak, yukarda sıralanan noktalann dördüncüsünde çıkardığı
tümdengelim sonuçlar, çağdaş işçi sınıfı hareketinden tamamiyle
ayrıldığım, işçilerin günlük siyasal mücadelelerinden ve bu uz
laşm azlıktan nasıl gördüklerinden hiç haberi olmadığım bütün
açıklığıyle göstermektedir.
Gelişmiş kapitalist ülkelerdeki işçiler «belirli hedeflerinden
uzaklaşmak» ve eşitsizliğin süregeldiğini saklayan «teknolojik ör
tü» ile «sömürünün taşınabilir kaynağı»nm yok olmasından çok,
sömürülmelerinin kaynağını, hedeflerinin niteliğini giderek daha
iyi anlam akta ve kendi p atronlan ile uluslararası şirketlerin çe
şitli şubeleri; tekelci basın ve öteki kitle haberleşme araçlan da
dahil olmak üzere kapitalist sınıfın b ir bütün olarak rolü; sendi
kalara saldınlara, ücretleri düşük tutm a çabalanna ve yaşama
düzeyini düşürmeye yönelen öteki önlemlerin alınmasına yol açan
hüküm et politikalan arasındaki bağlan daha iyi görmektedirler.
Marcuse’nin açıkça b ir greve katılmadığım söylemek niye
tinde değiliz b ir küçümseme olarak; ama, milyonlarca işçinin ka
tıldıkları ve mücadele sürecinde siyasal kavrayışlannı geliştirdik
leri, mücadelelerinin ve karşıtlanm n niteliklerini daha iyi değer
lendirdikleri b ir gerçektir.
Bu sürecin nereye dek ulaştığını abartm am ak gerek. Ameri
ka Birleşik Devletleri’nde, Batı Almanya’da, Britanya’da, Fran
sa’da, Japonya’da, İtalya’daki işçilerin büyük çoğunluğu ileri bir
siyasal sınıf bilincine ulaşmış olsaydılar, kapitalizmin bugün oldu
ğundan daha çok sonuna yaklaşmış olacağı açıktır. Ancak, siya
sal eğitim süreci, Marcuse’nin kuram larının ileri sürdüğü gibi
kesinlikle gerilememekte, sonra aynntılanyle inceleyeceğimiz gi
bi ilerlemektedir.
18
diklerini değerlendirecek kadar bilgilidir. Birçok kesimlerde, onun
ileri sürdüğü gibi, «siyasal muhalefetin-işçi muhalefetinin» zayıf-
lamayıp, tersine güçlendiğine bir gösterge olarak düşünülmekte
dir bu. Bundan ötürü, savını tanıtlam ak için, Marcuse, «Fransız
ve İtalyan Komünist Partilerini Sosyal Demokrasi’ye kaymakla»
suçlamaktadır. «Kapitalizmin değişen koşullarında, bu Komünist
Partiler Sosyal Demokrasi'nin tarihsel görevini yüklenmiş görün
mektedirler. Bir tek kesin farkla: Görünüşte onların solunda
gerçek b ir güç yoktur. Sözü edilen ülkelerde, siyasal bir silâh
olarak grevin azaltılmış etkinliği, işçi sınıfı hareketlerine karşı ar
tan ilgisizliğe koşut olarak gelişmektedir.»
Bunların tümü, elbette ki, Fransa’da Mayıs-Haziran 1968
olaylarından dört yıl ve İtalya’daki 1968-1970 büyük grev hareke
tinden önce söylenmişti; böylelikle'M arcuse'nin savının yetersiz
liğini ve gerçekten yüzeyselliğini göstermektedirler. Aynı biçimde,
Muhafazakâr Hükûmet’in önerdiği anti-sendikal yasaya karşı İn
giltere'de 1970 ve 1971'de görülen büyük sanayi mücadelesinin atı
lımı, Hüküm etin tasarıyı Parlamento’dan geçirmesini durdurm a
ya yeterli olmadıysa bile, Marcuse’nin işçi sınıfının giderek ilgisi
ni yitirdiğine, edilgenleştiğine ve siyasal muhalefet olarak zayıf
ladığına ilişkin savının açık b ir yalanlamasıydı.
Marcuse, Korcula’daki bildirisini ^işçi sınıfının, devrimin ta
rihsel öznesi^ «kurulu düzenin kesin yadsıyıcısı»/olup olmadığı
tartışm ası ile sona erdirdi24. Belli ki o olmadığını düşünüyor.
Toplumdaki açıklamaya çalıştığı değişimler, ona göre, işçi sını
fının «artık niteliği başka olan b ir toplum» (herhalde sosyalizm
olacak) «yaratma yeteneğinde olmaması» sonucunu vermiştir. Ger
çekte, daha da ileri gitmekte ve şunu sorm aktadır: «Dirimsel bir
gereksinme yoksa, devrim düşünülebilir mi?» Gereksinme soru
nu, onun tasarılarında, kapitalizmin temel çelişkilerine değil, yal
nızca işçilerin tüketim isteklerinin karşılanm asına bağlıdır.
Bütün bunlardan sonra, ileri sürdüğünün «fazlasıyle karam
sar b ir çözümleme25» olduğunu çarpıkça benimsemesi şaşırtıcı
değildir.
Nisan 1966’da verdiği «Mars’ın Eskimesi» adlı bildirisinde,
«sosyalizme geçişin gerçekleşeceği ileri sanayi ülkelerinde ve ke
sinlikle bu ülkelerde, emekçi sınıfların hiç bir anlam da devrimci
potansiyel olmadıkları» savıyle işçi sınıfına olan inançsızlığım be
lirtmeye devam etm ektedir Marcuse.
1967 yılında yapılan b ir görüşmede26 «Avrupa kıtasındaki ka
pitalist ülkelerde, ciddî b ir muhalefetin etkinliğinin ön koşulu
19
nun, uluslararası ölçekte, işçi sınıfı hareketinin siyasal düzeyde
yeniden canlaması» olduğu görüşünü belirtm iştir. Burada, işçi
sınıfının siyasal ilgisizliği ve edilgenliği suçlaması sürmektedir,
yoksa onu «yeniden canlandırmak» gerekmiyecekti.
Fransa’da 1968 Mayıs-Haziran olaylarından hemen önce yazı
lan bir incelemede27, «hâlâ olasılı bir devrimin potansiyel kayna
ğı olmasına karşın» artık «yıkıcı bir güç» olmadığına inandığı sa
nayi işçi sınıfına saldırısını yinelemektedir. Marcuse, işçi sınıfının
devrimci potansiyelini benimsemekle «Marx’m Eskimesi» adlı bü-
dirisinden alm an ve bu olasılığı yadsıyan kendi görüşüyle çeliş
mektedir. Aynı zamanda, «kendi bütünleşmesinin ve bürokratik
sandika ile bu bütünlüğü destekleyen parti aracının tutsağı» ola
rak gördüğünden, işçi sınıfının potansiyeline erişmesi olasılığına
pek az inanmaktadır. Sanayi proletaryasının, dışmda kalan «yeni
muhalefet» güçleri ile bağdaşmadığında, yeni muhalefet güçleri
nin «en azından, kısmen bir yeni faşist rejim in kitle dayanak
ları» olmalarından korkm aktadır28.
Marcuse, «'iktidarın alınması’ ve sosyalizasyonu başlatan pro
letarya diktatörlüğünün kurulması ile doruğa varan sömürülen
kitlelerin çoğunluğunca sürdürülen Marksist devrim kavramının
tarihsel gelişmeyle 'geride kaldığı'» sonucuna varm aktadır. «İn
sanların maddî gereksinmelerini gelişen bir yetenekle karşılam a
sı», «yok etmedeki üretkenliği» ve yönetici güçlerin ellerinde top
laşan beyin yıkayıcı araçlarla, kapitalist verimliliğin yeni aşama
sı, Marcuse’ye göre, sanayi proletaryasının toplumsal devrimin te
meli olarak işlevini yerine getirmesini engelleyen tarihsel gelişi
mi oluşturm aktadır.
1969’da, Fransa'da önceki yılın olaylarından sonra da, «örgüt
lenmiş (yalnızca örgütlü olanlar değil) işçi sınıfının ileri kapita
lizm ile bütünleşmesi »ne ilişkin savını geliştirmekteydi Marcu
se29. Bir kez daha, «örgütlenmiş emeğin çoğunluğunun, maddî ve
kültürel ticaret eşyalarının tüketicisi olarak davranışının ve tu
tucu olmayan aydınlara karşı âni duygusal tepkilerinin kanıtla
dığı gibi, orta sınıfın, dengeleyici, karşı devrimci gereksinmelerini
paylaştığı» sonucuna varm aktadır. İşçi sınıfının, üretim deki rolü,
sömürülmesi ve sayısal gücü nedeniyle «hâlâ devrimin tarihsel
kaynağı» olduğunu, ancak sistemin dengeleyici gereksinmelerini
paylaştığından «tutuculaştığı, hattâ karşı devrimci b ir güç du
rum una geldiği »ni kabul etmektedir30.
2C
önceki görüşleri üzerinde yeniden düşünme ve bunları, özel
likle Fransa’da, İtalya’da, Japonya’da ve Ispanya’da 1968 ve 1969
yıllarındaki büyük sınıf mücadeleleriyle ilişkilendirme olanağın
dan çok sonra, Temmuz 1969’da yapılan bir görüşmede31 dahi ku
ram larım bırakm a eğiliminde değildir Marcuse. Gerçeğin her gün
karşısına çıkardığı kanıtlara karşın, en ileri sanayi ülkelerindeki
sanayi işçi sınıfına ilişkin görüşlerinde direnmektedir:
21
gerçekleşmekten ve devrimci anlatım ı bulm aktan yoksun kılan
çekincelerle olmuştur. Özellikle, kapitalist sistemle «bütünleşmiş»
ve kapitalist sistem tarafından «yutulmuş» olan işçi sınıfı ile ör
gütlerinin, kapitalizmin yıkılması ve sosyalizmin kurulmasında
öncü sınıf olarak Marx ve Lenin'in proletarya için öngördükleri
görevi yerine getiremiyeceklerine inancı açıktır. Bu nedenle, sis
temin parçası durum una gelmekle de suçlayarak, bu ülkelerdeki
Komünist Partileri ussal olarak yadsımaktadır. Marcuse’nin inan
dığı devrimciler, sistemi değiştireceklerse, bu Partilere karşı ha
reket etmek zorunda kalacaklardır. Marcuse’nin anti-komünizmi
de, Debray’ninki gibi, kapitalist sınıfa yardımcı olmak gibi öznel
bir istekten doğmamakla birlikte, nesnel olarak aynı sonuca ulaş
m aktadır. Başka b ir yerde daha önce de değindiğim gibi, kurba
na «öteki adamı vurm ak istemiştim» demek bir teselli değildir.
Y E N İ MUHALEFET
22
Burada, örgütlenmiş işçi sınıfını, sendikalarım, partilerini,
mücadele biçimlerini cüretle yadsıyışı ile birlikte, aynı cüretle,
mevcut örgütlerle ve kurum larla hiç bir bağlaşması ve bağlılığı
olmayan ve geleneksel mücadele biçimlerini kullanarak «hileli
oyuna katılmak» istemeyen «dışardakiler» lehine savlan yer al
maktadır.
Ancak, bu «dışardakiler» Marcuse'nin işçi sınıfına karşı seçe
neğinin sının değildir. Birincisi, Afrika, Asya ve Latin Amerika’
daki milyonlarca «dışardakiler»i eklemektedir. İkincisi, «devrim
ci» bağlaşmaya, hiç bir anlamda «toplumun dışına itilmiş ve bı
rakılmış» olmayanları, öğrencileri ve aydınları da sokmaktadır.
Marcuse'nin bu farklı katm anlara ilişkin savı her zaman tu
tarlı değildir. Bundan ötürü, 1964'deki Tek Boyutlu însan’ından
1970’deki Beş Konferans'a. dek savını izleyerek değişik durum lar
da neler ileri sürdüğünü öncelikle ortaya koymak zorunludur.
Böylece, «Gelişmiş Ülkelerde Sosyalizm» (1964) de şunları
yazar:
23
kan Kızılderilisi olsun, özellikle işçi olanları ayırm amaktadır. İş
sizliğin işçilerin bu kesimleri, özellikle Zenci gençler arasında çok
yaygın olduğu kuşkusuzdur ve getto başkaldırısının gerisindeki
temel dinamik güç özellikle onların arasındadır.
Bununla birlikte, Amerika Birleşik Devletleri’ndeki zenciler
arasında öfkenin ve örgütlenmenin son otuz yıl içinde yayılma
sına yol açan etmenlerden biri, kuşkusuz, önceleri ortakçı ya da
yoksul kiracı çiftçiler olan milyonların proleterleşmesiyle sonuç
lanan güneyden kuzeyin sanayi bölgelerine ve kentlerine doğru
büyük akımdır. Bugün ABD sanayiinde çalışan milyonlarca kara
derili görmezlikten gelinemez. Çoğu sanayilerde temel b ir güçtür
ler bugün; bazen çalışanların önemli bir azınlığı, bazen de ço
ğunluğa yakın olarak. Bunlar sistemle «bütünleşmiş» olarak mı
düşünüleceklerdir? Marcuse zencilerin büyük bir bölümünü bir
yana mı atm aktadır? Yoksa zencilerin değil, beyaz işçilerin mi
«bütünleşmiş» olduklarını ileri sürüyor?
Marcuse'nin düşünlerini geliştirme biçiminde bir tehlike var
dır; savunucusu olarak göründüğü zencilere, Porto Ricolulara
yönelik bir tehlike. Onları, gerçek sınıfsal bağlaşıklan, zorunlu
bağlaşıklan olan beyaz işçilerin potansiyel düşmanları olduklan-
na ya da en azından kuşkuyle karşılanm alan gerektiğini inan
dırmaya çalışarak, mücadelenin yükünü taşıyacak ve böylece fe
laketle sonuçlanacak b ir durum a iterek, baskı altında kalan ulu
sal azm lıklann sırtına büyük bir yük yüklemektedir, öğrenciler,
aydınlar ve yoksul beyazlar: Bunlar kapitalizme karşı mücadele
de bağlaşık olabileceklerken, eğer kapitalizm yıkılacaksa, bugün
kü sınırlı siyasal görüşleri ne olursa olsun, devrim için kazanıl
ması gereken, yalnızca onların tüm hareketin sağlam kayasını
oluşturacakları altmış milyon ücretli işçinin ağırlığım ve potan
siyel ortak güçlerini hiç bir biçimde karşılayamazlar.
Marcuse, gördüğümüz gibi, kapitalist sistem içindeki temel
aksaklığı, Marksist yaklaşımda olduğu gibi üretim ilişkilerinde
değil, tüketim alanında bulm aktadır. Bu konuda Gil Green şu
yorumu yapmaktadır:
24
keticiliğe» karsı saldırısı bu gençler arasında hemen karşılık
buldu. Hem sistemden hoşnutsuzluklarını, hem de işçi sını
fına karşı duydukları seçkinci üstünlük duygularım besledi.
Baskı kavramım üretim ilişkileri alanından tüketime kaydı
rarak, çalışmayan ve üretici olmayan katm an yüceltilirken,
maddî gereksinmelerini karşılam ak için çalışan erkek ve ka
dınlar aşağılandılar37.
25
karlar hapishane kapılarından. Ve bu kötüler ordusu, zen
cilerin bu kesimi korku doludur40.
26
lar bile, bazı insanların devrimci değişim için kazanılabilecekle
rinin ve mücadelede değerli b ir görev yapabileceklerinin tanıtı
değil m idir bu? Bu, bence, bir kez daha Marx’m işaret ettiğini
ve Fanon’la ilgili bölümde ele aldıklarımızı doğrulamaktadır; ya
ni îumpenproletarya ya da onun kesimleri, sistemi korum ak için
gericiler tarafından kullanılabildikleri gibi, aynı biçimde, ço
ğu bilinçli siyasal işçiler tarafından devrim yanm a da kazanı-
labilirler. Siyasal açıdan daha uyanık olanlar tarafından kazanıl
m aları gerektiği gerçeği, lumpenproletaryemm devrimin öncülüğü
görevini yerine getiremiyeceğini, ancak lümpen görüşünü bırak
maya başladığı, gerçekte ona karşı mücadele ettiği ölçüde kaza
nılabileceğini b ir kez daha göstermektedir.
Marcuse de, Fanon gibi, lumpenproletaryayı savunur görünür
ken, devrimci kuramın ve anlayışın, toplumun en alt basamağın
da olanlarca sağlanabileceğinden kuşkulanmaktadır. Ve böylece
seçkinci görüşle, aydınlara ve öğrencilere dönmektedir Marcuse.
Korcula konferansı sırasında yapılan tartışm alardaki bir açık
lamada, Marcuse, «hümanist» olarak tanımladığı bu katm anlara
özellikle dikkati çekmiştir. Bunlar, «masalarının arkasında otur
m akla yetinmeyen, şimdi Deep South’da burjuva haklan, zenci
lerin temel özgürlükleri için mücadele ederek yaşamlarını teh
likeye atan aydınlardır» demiştir. Aydınlann rolünün «küçümsen
memesi» gerektiğini ileri sürerek, «aynı mücadeleci hümanizmi»
bulduğu öteki katmana, yani öğrencilere de dikkati çekmiştir.
Marcuse’nin görüşüne göre, «mücadeleci hümanizm» işçi sını
fının özelliği değildir. Bu seçkinci kibir ve işçi sınıfı hareketine
karşı açık saygısızlık ve boşlama karşısında susmak güçtür. İşçi
sınıfının günlük mücadelesi, görüşleri Marcuse tarafından açıkla
nan küçük burjuvalardan daha yüksek bir hümanizm tanıtıdır.
Özveri, bağlılık, dürüstlük ve doğruluk, grup ve sınıf çıkarları
için bireysel çıkarlardan vazgeçme, haksızlığa son verme isteği:
Bu niteliklerin tümünü, mücadeledeki işçiler, grevdekiler, gös
terilere katılanlar ve grev gözcüleri her zaman göstermektedirler.
Dagenham'daki grevci Ford işçileri, grevde olan posta işçilerine
yardım etmek için para topladıklannda, bu, sınıfsal bağlılık ol
duğu kadar hüm anist b ir eylem de değil miydi? Londralı taksi şo
förleri, yoksul çocuklann deniz kıyısında gezmeye gitmeleri için
kendi ceplerinden para verdiklerinde, bu hüm anist bir eylem de
ğil miydi? Grevdeki İngiliz posta işçileri, yaşlılann emekli maaş-
lann ı alm alan için b ir ayrıcalık tanıdıklannda, bu hüm anist bir
27
eylem değil miydi? Çeşitli ülkelerden işçiler, 1936-38 yıUannda, fa
şizmi yenmek için yaşamlarım vermeye Ispanya’ya gittiklerinde,
bu sınıf anlayışına dayanan yüce bir «mücadeleci hümanizm» ey
lemi değil miydi?
öğrenciler ile aydınlar, bireysel ya da gruplar halinde, hangi
yiğit ve hüm anist eylemleri yaparlarsa yapsınlar (Deep South'da
yaşamlarım tehlikeye atan beyaz öğrencilerin yiğitliğini ve doğru
luğunu küçümseyenlerin en sonuncusu arasında olacağım), zama
nımızın en hüm anist isteklerinin işçi sınıfı örgütlerinin ve parti
lerinin program larında ve politikalarında olduğu b ir gerçektir.
Örneğin, İngiltere'deki sendikaların ve Komünist Parti kararları
nın ve politika bildirilerinin incelenmesi, barış için ve savaşa kar
şı mücadele, eğitimde sınıf farklılığına son verilmesi, eşit iş için
eşit ücret ve kadınların eşitsizliğine son verme, kötü konut ile
düşük ücretler ve emekli m aaşlarına karşı köktenci önlemler, ırk
ayrımının sona ermesi, Üçüncü Dünya’daki ulusal kurtuluş savaş-
larıyle dayanışma, çevre kirlenmesiyle mücadele, ve hepsinden
ötede, kapitalizmin anti-humanizmine son verme ve felsefesinin
odağında insanın m addî ve ruhsal gereksinmelerinin karşılanm a
sına yer veren sosyalizmin gerçekleşmesi gibi başlıca hüm anist
sorunlarla hemen karşı karşıya getirir insanı.
İşçi sınıfı hareketinden korkunç derecede habersiz olduğunu
gösteren tüm yazılarında, Marcuse, M arksistlerin «nedensel ola
rak boşladıkları »m ileri sürdüğü öğrenciler ve aydınlarla, işçi
sınıfı aleyhine b ir karşılaştırm a yaparak, işçi sınıfını, burjuva
«Andy Capp» (bir çizgi rom an kahram anı - çn) biçiminde yorum
lamayı yeğlemektedir açıkça. Belli bir zamanda, bu ya da başka
bir Komünist Partisi tarafından hangi sekter yanlışlar yapılmış
olursa olsun, gerek kuramda, gerek uygulamada aydınlar ile öğ
rencilerin önemli rolü ve devrimci mücadelede onlara düşebi
lecek görevler olduğu kabul edilmiştir. Zaten belirgin felsefesine
ve ideolojik çalışmaya böylesine ağırlık veren bir hareket başka
türlü davranamaz.
«Devrim Sorunu»nda (1967) özellikle Amerika Birleşik Dev-
lelleri’ne eğilen Marcuse, «ideolojiden a n k ya da tüm ideolojilere
karşı güvensizlikle dolu (sosyalist ideoloji dahil)» bulduğu genç
lik üzerine tüm ağırlığını vererek, «cinsel, ahlakî, entellektüel ve
siyasal başkaldırının hepsi bir arada. Bu anlamda, b ir bütün ola
rak tam am ı sisteme karşı yönelmiştir» demektedir43.
28
Marcuse’nin gençlerin bu devrimci potansiyelini açıklamak
için ileri sürdüğü nedenler, «refah toplumu»na karşı duydukları
nefret ve «aldatıcı, kanlı b ir oyunun kurallarını bozmak - artık
işbirliği yapmamak» için duydukları dirimsel gereksinmedir. Ka
pitalist sistemin, işçi sınıfını doğrudan sömürmesinden, işçilerin
yarattıkları artık değere özel mülkiyetin, sahip çıkmasından (ve
bu temel olgu sonucu ortaya çıkan toplumsal, siyasal ve kültü
rel sonuçlardan, «sömürülenlerin sömürülmeleri» gereğinden) daha
kötü bir yönü olarak kabul eder göründüğü, «refah toplumu»nu44
sabit düşünce durum unu alan yadsımasına dayanarak, değişimin
vazgeçilmez toplumsal etkeni olarak gençliği selâmlamaktadır,
Marcuse.
29
sınıfı ile Üçüncü Dünya halklarını sömürenlerin tekelci kapitaliz
min aynı güçleri olduğu, bunların [işçi sınıfı ile Üçüncü Dünya
halkları] ortak bir düşmana karşı m üttefik oldukları, bundan
ötürü de, bu düşmanı yenmek için birbirlerine yardım etmede
ortak çıkarları bulunduğu düşüncesine dayanmaktadır. Ulusal kur
tuluş hareketlerinin «yardımcı» sayılması konusunda bir anlaş
mazlık yoktur; tersine, Marksistler, bugün Batı Avrupa'da, örne
ğin Vietnam ve Güney Afrika’daki mücadele konusunda olduğu
gibi, ulusal kurtuluş hareketine doğrudan ve etkin maddî yardım
da bulunmayı, emperyalist ülkelerdeki işçi sınıfı hareketi, özel
yükümlülüklerinden biri olarak görmektedir. Haklı olarak, bu
yardımın hiç b ir biçimde yeterli olmadığı ileri sürülebilir; ama
bu yetersizlik, Marcuse'nin bu konudaki savını hiç b ir biçimde
desteklememektedir. Aynı biçimde, sosyalist ülkeler de, tüm Üçün
cü Dünya ülkelerindeki mücadelelere dolaysız ve her türlü maddî
ve siyasal yardım da bulunm aktadırlar. Bu çağda, ulusal kurtuluş
hareketleri, sosyalist ülkeler ve uluslararası işçi sınıfının dünya
çapındaki bağlaşıklığının gerçekleşmesi, bu sorunu doğru Marksist
yaklaşımla ele almanın kılgısal sonucudur47.
Marcuse, doğru bir görüşle, «ulusal kurtuluş hareketini, tek
değilse bile başlıca devrimci güç olarak görme eğilimi»ne karşı
uyanda bulunmakta, am a sonra birden, dünya devrim sürecinin,
sınıfların ve belirleyici olacak güçlerin niteliklerinin kendine özgü
kavram larına dalmaktadır. Kapitalizm ile sosyalizm arasındaki
belirleyici dünya çatışması yerine, «Birinci, İkinci ve Üçüncü. Dün-
ya'ya bölünen tarihsel güçlerin bir üçlü bölümü»nü görmektedir.
«Kapitalizm ile sosyalizm arasındaki yarışma, Üçüncü Dünya’yı
da bölmekte ve yeni bir tarihsel güç olarak... kapitalist topluma
olduğu kadar yerleşmiş sosyalist toplum lara da b ir seçenek di
yebileceğimiz, bir başka biçimde sosyalizmin kurulm ası için mü
cadele, ‘alttan- gelen', am a eski toplumların değer sistemleri ile
bütünleşmemiş bir ‘yeni alt’ [dır bu]; erkeklerle kadm lann, ge
reksinmelerini, amaçlarım, önceliklerini ve modernleşme yöntem
ve hızını ortak olarak saptadıkları, işbirliği ve dayanışma sosya
lizmi» doğmaktadır48. Burada, tüm açıklam alannda olduğu gibi,
beklediği yeni toplumun niteliği konusundaki düşünleri çok bu
lanıktır. Yeni Sol’un birçok çevrelerinde görülen anarşist eğilim -
ler (uygulamada olmasa bile kuram da kendiliğinden olmanın yü
celtilmesi; işçi sınıfı örgütlerine karşı çıkma; mevcut sosyalist top-
30
lumların yadsınması) hiç b ir zaman tamamiyle eksik olmamak
tadır, Marcuse'nin düşünlerinden.
Ulusal kurtuluş hareketlerinin, ileri kapitalist ülkelerdeki m ü
cadelenin yalnızca «yardımcıları» olarak düşünülmesine karşı ken
disini uyardıktan sonra, Marcuse, «tersi kanıtların gözle görülür
varlığına karşın, devrimin yazgısı (tüm dünyadaki devrim) m et
ropollerde çizilmeli» düşününe yaklaşmaktadır. Doğal olarak, em
peryalist güçlerin temel üssü, ekonomik, siyasal ve askerî var
lıklarının dayanağı kendi m etropolleri olduğu sürece de yanıl-
nıam aktadır. Emperyalizmin Üçüncü Dünya ülkelerindeki kökleri
üslerinin uzantılarıdır; bu uzantılar kesilse bile (örneğin Kuzey
Vietnam, Çin, Kuzey Kore ve Küba’da olduğu gibi), temel müca
dele, yani canavarın ininde bastırılm ası sürer. Ama, öncelikle
işçi sınıfı ile m üttefiklerinin m etropollerde yapacakları bu ikinci
işe, doğallıkla Üçüncü Dünya’daki mücadeleler büyük ölçüde yar
dım edecektir. Vietnam halkının (Laos ve Kamboçya halklarıyla
birlikte) kahram an mücadelesinin Amerika Birleşik Devletleri em
peryalizmine vurduğu darbeler, artık, kuşkusuz, Amerika Birle
şik Devletleri’nde gelişen hareketin başlıca kaynağı olmaktadır;
ABD’ne yalnız askerî yenilgi getirmemiş, ekonomisini ve malî ya
pısını da zayıflatarak halkın geniş bir kesimi arasında yeni radi
kal siyasal düşünce akımları da doğurmuştur.
Marcuse, metropoldeki mücadeleyi aydınlar ve öğrencilerle it
tifak halinde olan «dışardakiler» açısından görmektedir.
31
3. Şirket kapitalizminin egemenliğini koruyan sahte demokra
tik sürecin yadsınması51.
32
en iyi durumda, yalnızca «işçi sınıfı grupları» ile «militan aydın-
lar» arasında bir ittifakı benimseyebilmektedir. Daha sonra, «işçi
sınıfı arasında siyasal açıdan birleşmiş ve etken gruplar»a değin
mektedir. Böylece, sınıf hâlâ yadsınmaktadır. «Siyasal açıdan en
çok birleşmiş ve etken» olan Fransız Komünist Partisi’nin beş
milyon üyesi ve destekleyicisi de sistem tarafından «yutulan» ve
«bütünleştirilen»ler olarak düşünüldüğünden yadsınm aktadır her
halde.
Öyleyse, Marcuse’ye göre, «siyasal açıdan birleşmiş» işçilerin
kendi, proletaryaya dayanan komünist partilerini yaratanlar ol
mayıp, bir ölçüde Marcuse’nin kuram larına dayanan orta sınıf
aydınlar ile öğrencilerin düşüncelerini ve öncülüğünü izleyen kü
çük aşın sol gruplar olduğu sonucu haklı olarak çıkarılamaz mı?
Fransa’daki Mayıs-Haziran olaylanndan sonraki yazılannm,
Marcuse’nin bu karışıklık karşısında, ne olursa olsun kuram ları
nın başlıca inanlarına' tutunm ak ve aynı zamanda Fransız işçi
sınıfının çoğunluğunun, onun «bütünleşme» kuram lanna karşın,
neden böylesine sağlam bir sınıf gücü ve meydan okuma örneği
verdiğini açıklamak için yeni bir öğe getirme çabasını göstermek
tedir. Kuramsal açıklamasındaki bu yeni öğe, siyasal katalizör,
eğiterek ve örnek göstererek kitleleri harekete geçiren, proletar
ya safları dışındaki güç düşünüdür. Böylece, «Kurtuluş Üzerine
Bir Deneme» (1969)’de, «muhalefetim», «dünyanın lânetlenmişleri»
dışında53 başlayan silâhlı mücadele ile desteklenen «gençlik ile
aydınlar ve baskı altındaki azınlıkların günlük mücadelesine ya
yılan başkaldırı» olarak tanımlamaya başlarken, «orta sınıf mu
halefetinin, devrimci sınıf olarak proletaryanın yerini aldığı ve
lumpenproletaryanm radikal bir siyasal güç haline geldiğini be
lirtm ek doğallıkla saçmalıktır» demektedir. Sınıf kökenleri nede
niyle, ait olduklan çoğunluk içinde, bilinçleri ile gereksinmelerin
den ötürü başkaldınm n katalizatörü işlevini gören görece küçük
ve gevşek örgütlü (genellikle örgütlenmemiş) gruplann oluşma
sıdır gerçekte olan. Bu anlamda, militan aydınlar orta sınıftan,
getto sakinleri de örgütlü işçi sınıfından koparm ışlardır kendi
lerini gerçekten54.
Ama böyle bir aynlık, onlann bir boşlukta hareket ettikleri
anlamına gelmemektedir. «Bilinçleri ve amaçları, onları ezilenle
rin doğru ortak çıkarlarının temsilcisi yapmaktadır».
Marcuse, böyle b ir önermeye «Marksist kuram»ın karşı çıka
cağının farkında olmakla birlikte, ileri kapitalist toplumdaki
34
leceğin işçi sınıfı»nı oluşturacağından gözden çıkanlamıyacak
olan öğrenciler, gerçekte bugünkü toplumun gelişmesi için dirim
sel olup, «bu topluma en can alıcı noktası»ndan vurabilirler. Mar-
cuse’ye göre, kuramıyle, içgüdüsüyle, amaçlarıyle devrimci olan
öğrenci kitlesi «[onları] izleme gücünde ve isteğinde kitleler olma-
djğı için bir devrimci güç, belki de bir öncü bile değildirler».
Ama, «güçlü ve boğucu kapitalist metropollerde um udun maya
sıdır; seçeneğin doğruluğunu, özgür bir toplumun gerçek gerek
sinimini ve olasılığım kanıtlar», der57. Burada, Marcuse'nin, öğren
cilerin devrimci mücadelenin kesin öncüleri olacaklarına ilişkin
bekleyişi saklıdır.
Marcuse’nin, bir ölçüde Fanon ve Debray ile paylaştığı bu
seçkinci çizgi, ikincil bir görüş değildir; ama birden çok içerikle
görülür. Hepsinin ötesinde, işçi sınıfının öncülüğünü yadsıyışımn
henüz tanıtlanm am ış mantıksal bir sonucundan başka bir şey de
ğildir.
Daha sonraları, 1969'da Der Spiegel ile görüşmesinde, daha
önce devrimci b ir rol oynamak için «çok iyi bütünleştiğini ve
«iyi ödüllendirildiğini düşündüğü yeni teknik aydınlar sorununa
dönm ektedir (bknz: Kurtuluş Üzerine Bir Deneme den verilen yu-
kardaki alıntı). Önceki görüşünü değiştirerek, şimdi «teknik ay
dınların radikal [bir] potansiyel olabileceği»ni düşünmektedir;
«tüm dirimsel toplum sorunlarına ilişkin» gücü yoksa da, «üre
tim sürecinde... belirleyici rolü» üstüne alm aktadır58. Bu çelişki
nin farkında olmasının, muhalefet saflarında önemli bir rol oyna
maya iteceğine inanm aktadır. «Niteliği yüksek işçilerin, mühen
dislerin, uzmanların sayısının sürekli artm ası ve mavi yakalı iş
çiler diye adlandırılanların [sayılarının] görece azalması» nedeniy
le katılmalarının artm ası olasılıdır.
Bu görüşmede, genç kuşağın, özellikle öğrencilerin rollerini
de b ir kez daha vurgulam aktadır Marcuse.
35
bir düzeyde, genç kuşakta, özellikle m ilitan öğrenciler arasın
da olduğuna inanıyorum59.
36
da katmamız gerektiği»ni benimser. Devrimci işçi sınıfının rolüne
ilişkin kuşkusu —«belki» sözcüğü daha ileri gitmek istemeyişini
açıkça belirler— 1968 olaylarından sonra pek etkili olam am akta
dır gene de; böylece, başka yerlerde genellikle «genç işçilersin
gruplarından söz ederken «işçi sınıfının kesimleri»ni kullanmaya
zorlanmıştır. Ancak, hiç bir yerde, bu genç işçi gruplarının bile,
öğrenciler yerine mücadelenin önderi olabileceklerini düşünme
mektedir. Önderliğe ilişkin sorunları özellikle tartışm am akta, ama
egemenliğin tümüyle öğrenciler ve aydınlar tarafından kullanılaca
ğını belirten her şey tekrar tekrar gösterilmektedir.
Sanayileşmiş kapitalist ülkelerdeki devrimde sınıfsal güçlerin
rolüne ilişkin Marcuse’nin görüşleri özetlenecek olursa:
37
hile, status quoyu benimsemeleri için işçileri tuzağa düşürecek bir
yol sayılmaktadır.
Marcuse’yi eleştirenlerin çoğu, bu görüşlerin gerisindeki teh
likeye dikkati çekmişlerdir. Dev şirketler arasındaki birleşmele
rin sürekli olarak arttığı, çok-uluslu şirketlerin büyüdükleri ve
görece az sayıda çok zengin ve güçlü kişilerin elinde çok büyük
ekonomik gücün toplaşmasının geliştiği tekelci devlet kapitaliz
minin bugünkü döneminde, bu ekonomik güçlerin koşut bir si
yasal anlatım bulmaları için doğal bir eğilim vardır. B ir zaman
lar Lenin’in dediği gibi, serbest rekabet burjuva demokrasisine,
tekelcilik zorbalığa dönüşüme ve tepkinin her yönden güçlenmesi
ne eşittir. Bundan ötürü, Batı dünyasındaki dem okratik haklara
ve kuram lara çok yönlü saldın. Hattâ, Avrupa Ortak Pazar ül
kelerindeki ulusal parlam entolann bile, güçlerinin çoğunu Brük
sel’deki bir avuç kişiliksiz, uluslararası bürokrata teslim olma
ları beklenmektedir.
/ B u nedenlerle, işçi sınıfının temsili için değil, iktidar müca
delesini sürdürm ek için dayanak olduklarından, dem okratik hak
ların ve kurum lann savunulması, günümüzde, sosyalizm mücade
lesinin kilit b ir yönüdür.f Marcuse’nin saldırılarından görünüşte
«sol» görüşte olsa bile, bu kuram lara dil uzatan sağcılar yarar
lanm aktadırlar. Marcuse, çağdaş kapitalizmin faşizme yöneldiği
ni anıştırm akta (ima etmek) ve uyarm aktadır. Ancak, Almanya'
daki kendi deneyimlerinden, Nazilerin iktidara gelmelerini kolay
laştıran etmenlerden birinin, faşizm yolunu kesmek için demok
rasinin savunulması ve bu amaçla olasılı en geniş ittifakın kaza
nılması gereğini çok geç kavrayan anti-faşist hareketin bazı ke
simlerinin sekterciliği olduğunu bilmelidir. Dimitrov'un, Komü
nist Entem asyonal’in 1935’deki Yedinci Dünya Kongresinde ver
diği tarihsel söylev beş yıl önce verilmiş ve içerdiği değerli öğüt
ler yerine getirilmiş olsaydı, faşizm denetim altına alınabilirdi.
Marcuse, dünyada böylesine pahalıya mal olan bu acı deneyimi
tamamiyle bir yana itmektedir. Demokratik kazançları zedeleme
hevesi içinde olanlara karşı bunların savunulması gereğine ye
terince ağırlık vermemekle, özlediği bu yeni yiğit dünyaya hainlik
etmektedir. Savmın tehlikesini görecek kadar yeterince yaşamış,
deneyimden geçmiş ve bilgi edinm iştir kuşkusuz?
Sosyalist ülkeleri ele alış biçimiyle de kargaşalık yaratm akta
dır. Anti-kapitalist devrimde işçi sınıfının öncü görevi ile birlikte
Komünist Partisinin öncü görevini de yadsıyorsa, bu öncülerin
38
yarattıkları yeni toplum lan kavrayamaması yeterince anlaşılabi
lir. Sosyalist ülkeler ile ileri kapitalist toplumlar arasında ben
zerlikler bulduğunu ileri sürmektedir: Her ikisi de «ileri sanayi
toplumlan»dır. Toplumlardan birinde üretim araçlarının özel mül
kiyetiyle siyasal iktidarın kesinlikle büyük tekellerin elinde olu
şuna dayanılarak kurulm asına karşı, ötekinin üretim araçları üze
rinde kam u mülkiyetine ve işçi sınıfı iktidarına dayandığını bil
mekle birlikte, açıkça önemsememektedir bunu. Sınıf iktidarı,
devletin niteliği, üretim araçlarının sahipliği gibi sorunlara çok
âz yer vermektedir. Gene de Marksizm adına konuştuğunu ileri
sürmektedir.
Sosyalizmi, kurulduğu ya da kurulm a sürecinde olduğu yer
lerde yadsıyarak, özlediği yeni toplumu tanım lam akta zorluk çek
mektedir. «İleri sanayi ü lk elerin in yerini neyin alacağım tanım
larken oldukça anlaşılmazdır. Küba gerillalarına ve Çin’in kültür
devrimine yaptığı genel yollamalar bize çok b ir şey açıklamadığı
gibi, «kurtuluş», «dayanışma», «işbirliği» ve «yeni bir toplum ku
rulması» gibi genel terim ler de b ir açıklık getirmemektedir.
39
dağıtımı, toplumu, tüm boyutlanyle, giderek değiştirecektir;
bu Gerçek tikesinin Biçimi olarak Estetik İlkesinin yücelme
si anlamına gelecektir: Sanayi uygarlığının yarattıklarına da
yanan alıcı bir kültür ve kendi kendini ileri iten verimliliği
nin sonunun başlangıcı63.
40
1936-39’da Ispanya’da da, gerek Franco’ya karşı koymak için si
lâhlarını alan Ispanyollar, gerek onların savunmalarına katılan
Uluslararası Tugaylar için de doğruydu. (İngiliz Genç Komünist
ler Birliği’nin Ispanya’da ölen 28 üyesi ancak bir bölümünü gös
term ektedir öykünün; İspanya için canlarım veren İşçi Partisi
üyeleri ile parti üyesi olm ayanlar gibi İngiliz Komünist Partisi
üyelerinin çoğu da gençlerdi.) Gençler, Avrupa’da, savaş zamanı
nın direnme hareketlerinde de önemliydiler. Aym şey Asya’da Ja
pon faşizmine karşı savaşan gerilla güçleri için de doğruydu. 1945
yılında Mall’den aşağı yönelen Zafer Yürüyüşü’ne katılan Japon
ya’ya Karşı Malaya Halk Ordusu temsilcilerini anımsayanlar, bu
kahram an savaşçıların ne kadar genç olduklarını da anımsaya
caklardır; aynı biçimde, 1945’den sonra Aung Sang ve Birmanyalı
öteki kurtuluş savaşçılarına rastlayanlar, onların dikkati çekecek
derecede küçük yaşta olm alarına ve görünmelerine şaşırmışlardı.
Çin’de de 1949’un utkulu (muzaffer) ordularında yürüyen 1925’in
kıdemli askerlerinin yanında binlerce genç vardı. Küba’da, Viet
nam 'da savaş anı geldiğinde, gençler, erkek çocuklarla birlikte
genç kızlar da mücadeleye atıldılar ve devrim için canlarını ver
diler.
Bu açıdan, sanayileşmiş kapitalist ülkelerdeki gençliğin bu
günkü başkaldırısı ve çağdaş devrimci hareketlere katılması yeni
bir çıkış değildir. Bununla birlikte, bu katılmayı geçmiş davranış
biçimlerinin bir yenilenmesi olarak düşünmek hatadır, çünkü bu,
günkü başkaldırının yeni boyutları vardır ve yeni koşullardan
doğmaktadır.
Pek çok yetişkin işçi, bugünkü yaşam koşullarım düşünür
ken, önemli maddî kazançlar elde ettiğini dikkate alır. Televiz
yon, çamaşır makinesi, belki bir otomobil ve dış ülkelerde tâtil,
kendilerinden daha yüksek eğitim düzeylerine kavuşan çocukları:
Böyle bir dizi maddî kazanç tartılır ve geçmişle karşılaştırılır. Ya
şam, yetişkin işçiler için elverişli olmuş değildir. Çoğu bu gelişme
lerden yararlanamaz. Fazla çalışma yapanlar için işiıı yoğunlu
ğu ve gerilimi artar, işsizlik ya da erken emeklilik tehdidi baş
larının üzerindedir. Bununla birlikte, güçlüklere ve gerilimlere
karşın, yaşamın yirmi ' a da otuz yıl öncesinden, kesinlikle de
kendi babalarınım elde ettiklerinden daha iyi olduğunu düşü
nürler.
Ama, Batı’nın genç kuşağı için geçmiş otuz yılın getirdiği
maddî kazançlar aynı ölçüde önemli değildir. Yetişkin işçilerin
41
başarı olarak gördüklerini, genç işçiler başlangıç noktası olarak
görmektedirler; ileriye atılmaya ve daha çok kazanmaya istekli
dirler. Babasının, kendinin şimdiki yaşama düzeyine ulaşmak için
ödeyeceği uzun, inatçı ve acı mücadelelerin güçbelâ farkındadır.
Çevresine bakınca, piramidin tavanında aynı varlıklı sınıfı, üre
tim için yeni tekniklerin tüm ünü kullanarak, küçük şirketleri yu
tarak, insanları kazandıkları paradan koparacak çeşitli yollar bu
larak çok büyük bir varlık biriktiren ve her gün daha güçlenen
bir sınıfı görmektedir.
Batı’daki gençler, bugün hem bedensel, hem de duygusal ola
rak çok erken yetişmekte, daha erken olgunlaşmakta, daha iyi
bilgi edinebilmekte, okulda daha uzun süre kalm akta ve genellik
le daha çok eğitim görmüş kişilere gereksinme duyan bir top
lumda yaşamaktadırlar. Çalışma yöntemlerinde, insanın doğaya
egemenliğinde büyük değişikliklerin olduğu bilimsel ve teknolo
jik devrim çağındayız, tnsanm bilgi ufukları genişledikçe, evre
nin gizlerini çözümlemek için uzayda daha da ileriye gidilmektedir.
Öğrenciler, uzay araçlarını eğitim araç-gereçlerinde izlemektedir
ler. Ana-babalarma tamamiyle yabancı matematiksel hesaplar yap
m aktadırlar. Ana-babalarının hâlâ bilmediği konuları öğrenmekte
dirler. Televizyon kameraları, yığınla saçmalığın yanı sıra, tama-
rrııyle yeni bir bilgi dünyası açtı. Gerek fiziksel, gerek siyasal de
ğişim hızı çok büyüktür. Yeni bilimsel atılım lar daha kısa süre
de gerçekleşmektedir; her atılım keşfedilecek yeni bir dünya aç
makta, elde edilen yeni bilgilerin uygulanacağı bir olanak yarat
maktadır. Her buluş arasındaki zaman aralığı, her buluş ile bu
buluşun üretim e uygulanması arasındaki zaman aralığı giderek
kısalmaktadır. Yavaş, görünüşte durağan tutuculuk ruhu git
miştir.
Ama tüm bu değişimle birlikte, bugünün genci, bu toplumun
hatalarının da fazlasıyle farkındadır. Çinhindi’ndeki, Biyafra’daki
savaşlar, Doğu Bengal’deki sel felâketi, Bangladeş’teki soykıyı-
mı; Televizyon ekranlarında canlı olarak gösterilen bunların hep
si, milyonlarca insanın inanması güç yoksunluk, açlık, yoksulluk
ve hastalık koşullarında yaşam akta olduklarım evine taşım akta
dır. Nükleer döküntülerin tehlikesini, b ir nükleer savaşın daha
da büyük tehlikesini bilmektedir. H er yanda gemlenemeyen kapi
talizmin yıkıcı sonuçlarına tanık olmaktadır: Milyonlarca insan
iyi bir eve gereksinme duyarken lüks daireler, bürolar, oteller,
otoparklar. Yoksullar daha yoksullaşırken, varlıklılar daha da
42
varlıklı olmakta. Kentlerimizin gürültüsü giderek çekilmez olmak
ta, içimize çektiğimiz hava daha da zehirlenmektedir. Ekolojik bir
felâketin eşiğinde olduğumuz, bu sistemin kâr hırsının yaşam
kaynaklarımızı yok ettiği söylenmektedir her gün.
Yöneticilerinin benimsediği gösterişli varlıklılığın, Üçüncü
Dünya'daki milyonlarca insanın sefaleti ve sömürüsü kadar, kent
lerdeki işçilerin çabukluğuna ve sömürüsüne, yeni yoksulluk der
yaları yaratılm asına dayandığını anlamaya başlamaktadır.
Bu korkutucu koşullara son vermek için yapılan mücadelele
rin de farkına varm aktadır. Özellikle, kendini beğenmişlik, iki
yüzlülük, hırs, tutuculuk, düşmanlık, duygusuzluk ve yıkıcılık gi
bi çağdaş kapitalist toplumun tüm olumsuz değerlerini temsil
eden Nixon’dan, Heath'den, Wilson ya da Pompidou’dan çok Ho
Chi Minh'le, Che Guevara'yla ve Angela Davis’le kendini özdeşleş
tirmeyi daha kolay bulm aktadır.
Kapitalizmden sosyalizme geçiş çağında yaşamaktadır. Sos
yalizmin, Marksizmin büyük düşünlerinin etkisi her gün daha yay
gın ve derin olmaktadır.
Elbette ki, bunların hepsinin günümüz gençlerinin çoğundaki
bilinçlenmede yer ettiklerini ya da çoğunluğun sisteme etken ola
rak karşı olduğunu ileri sürmek saçma olur. Marcuse’nin ve öte
ki yorumcuların haklı olarak değindikleri gibi, emperyalist ülke
lerdeki yönetici kurum lar, gençlik ve öğrenciler de dahil olmak
üzere, halkı aldatacak propaganda yöntem ve araçlarını mükem
melleştirmişlerdir. Başlıca gazetelerin tekelci denetimi, radyo, te
levizyon ve filmler üzerindeki denetim, eğitim sisteminin deneti
mi; bunların hepsi tekelci kapitalizmin yönetiminin hizmetine
girmişlerdir. Bu propagandanın ölçeği, yöntemlerinin karmaşık
lığı nedeniyle, gerçek sorunların çarpıtılm asına ve gerçek düşman
olan kapitalizmin çoğu kişiden kısmen saklanmasına olanak ver
mektedir. işçi sınıfının öfkesini gerçek hedeflerinden saptırmak,
mücadelelerini körleştirm ek ve. reformcu bir status quo benimse
meye ikna etm ek için, bu şaşırtm a işleminde, bu dünyanın Ha-
rold Wilson’lan tarafından büyük bir hizmet başanyle yerine ge
tirilm iştir.
Ancak, bu çok büyük ideolojik gücü yalnızca ya da çoğunlukla
kapitalist sınıfın elinde görmek ve karşı güçleri görmezlikten gel
mek, gerçeği dengesiz ve çarpıtılmış bir biçimde sunmaktır. Bu
gün, gençlerin önemli bir bölümünün uyanışı, insanın yalan ve
kargaşa engelini kırm a yeteneğinin tanıtıdır. 1960'ların mücadele
43
dalgası geleceğin bir belirtisidir. Ve Marcuse’nin «bütünleşmiş top-
lum»unun duvarlarını halkın yıkma yeteneğinin de tanıtıdır.
Marcuse ve onun düşünlerine dayananlar, gençlerin devrimci
rolüne dikkati çekerlerken, tamamiyle yeni bir şey bulmuşçasına
konuşmakta ve yazmaktadırlar. Marx ve Engels, bir yanda, genç
ler hoşlanırlarsa hareketin karşılaşabileceği tehlikeleri, öte yan
da, mücadeleye katılm aları sağlanırsa elde edilebilecek başarılan
özellikle vurgulayarak gençlerin bu rolüne tekrar tekrar dikkati
çekmişlerdir. Marx, Paris'deki 1848 devrimi üzerine yazarken, iş
çi sınıfı ile tek başına baş edemeyen burjuvazinin tek çıkış yo
luna başvurduğunu belirtm ektedir: Proletaryanın bir kesimini
ötekine karşı oynamak64.» Burjuvazi, bu amaçla, onbeş-yirmi yaş
arasındaki genç gezgin muhafızlardan 24 tabur örgütlemiştir. Ço
ğu lumpenproletarya saflanndan gelmiş olmakla birlikte, komu-
tanlannın «vatan için ölüm ve cumhuriyete bağlılık sözleriyle et
kilenmiş burjuva çocukları» olduğuna değinmektedir Marx85. An
cak Marx, 1848 savaşlannda bir bütün halinde babalanm n yanın
da, devrim saflarında dövüşen çalışan gençlerin oynadıklan rol
konusunda, bu deneyimin kendisini yanıltmasına olanak verme
mektedir. Marx, «bilinçli işçiler, sınıflarının, bunun sonucu ola
rak insanlığın geleceğinin tamamiyle gelişen işçi kuşağının eğiti
mine bağlı olduğunu kavram aktadırlar» diye yazmakta tamamiyle
haklıydı66.
Engels de, genç işçilerin yanı sıra öğrencilere de görevler düş
tüğüne değinmektedir. Aralık 1893'de Cenevre’de toplanan Ulus
lararası Sosyalist öğrenciler Kongresi'ne gönderdiği mesajda şöy
le diyordu:
44
sini çok doğal karşılam aktadır; «biz geleceğin partisiyiz ve gele
cek gençliğindir. Biz yenilikçilerin partisiyiz ve yenilik getirenleri
her zaman büyük b ir istekle izleyenler gençlikdir. Biz, çürümüş
lüğe karşı özveriye dayalı bir mücadele veren bir partiyiz ve öz
verili bir mücadeleye ilk atılan her zaman gençlikdir69.»
Daha önce de değindiğimiz gibi, gençlik, bugün, genel olarak,
emperyalist ülkeler de dahil olmak üzere, şimdiye dek olduğun
dan daha büyük bir rol oynamaktadır. Gençlerin bu genel faali
yetlerinde egemen olanlar öğrencilerdir70, öğrencilerin devrime
önemli ölçüde katkıda bulunm aları yeni değildir. Marx ve Engels'
in bunu nasıl değerlendirdiklerine değindik. Devrimci harekete
i)k girenler, Marksizmin kurucusu genç öğrenciler, onlarla birlik
te çalışanlar ile işçilerin çoğu da genç öğrenciler ve aydınlar ol
duğundan [Marx ile Engels] tersini yapsalardı garip olacaktı. Le
nin, «öğrenci Hareketi ve Bugünkü Siyasal Durum» adlı çok iyi
bilinen makalesinde, 1908’de St. Petersburg Üniversitesi’ndeki öğ
renci boykotunu «karşı devrimin oluşturduğu bugünkü duru
mun... b ir siyasal belirtisi» olarak tanım lam ıştır. «Binlerce ve
milyonlarca bağ, öğrenci gençliği alt ve orta burjuvaziye, küçük
bürokratlara, köylülüğün belli kesimlerine ve ruhbanlara, vb.
bağlam aktadır71.» Lenin, bu boykotun büyük önemini gördü ve
«bu başlangıcın zayıf ve olgunlaşmamış olmasma karşın», «işçi
sınıfı partisi»ni bu eylemden yararlanm aya çağırarak destekledi.
Bununla birlikte, bu öğrenci eyleminin, işçi sınıfı hareketlerinin
geçici olarak durgunlaştığı bir zamana rastlam asına karşın, Le
nin, Marcuse’nin tersine, dengesiz bir yargıda bulunmamış ve gü
nümüze dek değerini koruyan öğüdünü şu sözcüklerle yazmıştır:
45
tı; öğrenciler katılm akta gecikmediler. Osmanlı İm paratorluğu’n-
da, 1905’den sonra, başkent de olduğu kadar Kahire, Şam ve Se
lanik’de de desteklenen, Mustafa Kemal’in öncülüğündeki Genç
Türkler devrimci hareketini de öğrenciler ve aydınlar destekle
mişlerdir.
1917 Ekim Devrimi'nin etkisiyle Asya’dan büyük mücadele
dalgaları geçti. Bazı ülkelerdeki olaylarda öğrenciler önemli bir
rol oynadılar, özellikle Çin’de, 1919’daki 4 Mayıs hareketinde böy
le oldu. Bu kez öğrenciler, kitle hareketi için katalizör görevi gör
düler; dahası, ülkenin her köşesinde hemen karşılık bulan bir ge
nel grev çağrısı ile kendi gösterileri ve öteki eylemleriyle kitle
hareketini doğrudan doğruya onlar başlattılar. Sonraki yıllarda,
Çin'de, özellikle, çoğunun devrim şehidi olduğu Şanghay’da, Çan-
kay-şek’in devrilmesine dek, öğrenciler mücadelede başlıca etken
oldular.
Hindistan’da, öğrenciler, anti-emperyalist mücadeleye 20. yüz
yılın başında katıldılar; 1930'larda, özellikle Bombay'da siyasal or
tamın belirli bir özelliği oldu bu.
46
ka toplantılarında konuştular, işsiz yürüyüşçüler için dayanışma
yı örgütlediler ve üniversitelerde bilinçli bir sosyalist hareket ge
liştirdiler. Genç komünist Richard Freeman, tutuklanan komü
nist önder Luis Prestes'e dayanışmasını göstermek için Brezilya’
ya gittiğinde, b ir Brezilya hapishanesine atıldı. Ispanya’da Ulus
lararası Tugaylar kurulduğunda, bazı genç İngiliz öğrencileri ve
genç aydınlar savaşmaya gittiler; yaşamlarım verenler arasında,
dördü de genç komünist olan John Comford, Davis Guest, Lori-
m er Brich ve daha çok Christopher Caudwell olarak tanınan Chris-
topher Springg vardı.
Amerika Birleşik Devletleri’nde, Bettina Aptheker’in anımsat
tığı gibi74, «... 1920’lerin sonlanyle 1930’lar boyunca, öğrencilerden
kitle halinde protestolar geldiğine değin önemli belirtiler vardır.
1939’a gelinceye dek, barış için yapılan öğrenci boykotlarına bir
milyonu aşkın kolej ve lise öğrencisi katıldı. Geçmiş kuşakların
öğrencileri, bugün kullanılan taktiklerin çoğunu kullandılar: Di
lekçeler, referandum lar, oturm alar ve boykotlar. Kolej ve üniver
site yönetimleri de benzer biçimlerde karşılık verdiler: Geçici ola
rak öğrenimi durdurmak, okuldan çıkarma ve tutuklama.»
ÖĞRENCİLER VE TOPLUM
47
nın deneyimi, öğrenci ve aydınların, mücadeleleri ile, düze
nin dişlilerinden biri olduğundan toplumun doruğunda olduk
larını düşünen görevlilerin, kendi durum larından hoşnut ra
hatlıklarını, tutuculuklarım, kendini beğenmiş doyumlulukla-
n n ı tedirgin ettiğini göstermiştir; bu toplumun da değişebi
leceğini duyurarak küçük ve orta burjuvazinin dinginliğini
sarsm aktadırlar. Kapitalist devletin teknik mekanizmasına,
yargı organlarına, h attâ ordu ile kam u düzenini sağlayan güç
lere sızmışlardır. Geleneksel aydm çevresinin, yerleşmişlerin
tutuculuğunu kırm aktadırlar.
öğrenciler ve aydınlar, burjuva politikası ile ideolojisinin des
teği olan toplumsal tabakayı içinden yıkm aktadırlar. Böyle
yaparak, temelde etkisini ve gücünü azaltmak ve bu toplumu
hem içten, hem de dıştan parçalam ak için, kapitalist toplu
mun destekleyicilerini ayırmaya yönelik b ir çevirme hareketi
ile sınıf mücadelesinin ön safındaki işçi sınıfının eylemini ta
m am lam aktadırlar75.
48
için üretilen mal ve aygıtların halk tarafından satın alınmasına
hizmet eden birçok uzman.
Şişkin devlet bürokrasisi de teknik eğitim görmüş personel
ordusuna gereksinme duymaktadır. Ordu, güvenlik organları, po
lis, durm adan geliştirilen silâh ve araçlarla daha çok çağcıl araç
lara dayanmakta ve bunlar da, kendi hesaplarına, denetimin üst
kademeleri de dahil olmak üzere, binlerce uzmanı gerekli kılmak
tadır. Büyük tekellerin denizaşırı çıkarları ve bunların Devletleri
daha çok danışman ve uygulayıcı (sulama uzm anlan, jeologlar,
ekonomistler, tan m uzmanları) gerektirmektedir.
Radyo ve televizyon yorum culan, gazeteciler, «uzman» yorum
cular; bunlar da tekellerin politikalannı ve tekelci kapitalist dev
leti, halka satm ak için gereklidir. Ve bu her türden oluşan uzman
lar ordusunu eğitmek için üniversiteler çoğalmakta, genişlemekte
\e kendi hesaplanna, tekelci kapitalizm adına televizyon şebekesi
ya da basın yoluyle ilettikleri yüksek görüşleriyle işlevlerini iki
katm a çıkaran profesörler, öğretim üyeleri, araştırm acılar arzına
daha çok gerek duyulmaktadır.
Bu teknolojik ilerleme ve çağcıl kapitalizmin yeni gereksin
meleri, üretim in ve toplumsal faaliyetin tüm alanlarına çekilen
lerden, her zamankinden daha yüksek bir eğitim düzeyi istemek
tedir. örneğin, ABD’nde, orta öğrenim gerektiren işler yüzde 40
oranında artarken, onaltı ya da daha uzun süreli öğrenim gerek
tiren işlerin sayısı son on yılda yüzde 67 artm ıştır. ABD tahm in
leri, «beyaz yakahlam n sayısının, 1975’e değin ABD'ndeki işgücü
gereksinmesinin yüzde 48’ini oluşturacağım göstermektedir76.
Bunun sonucu, öğrenci sayısında önemli ölçüde bir artış ve
aynı zamanda toplumsal bileşiminde de bir değişiklik olmuştur.
Bunun yanı sıra, yüksek öğrenim kurum lan büyük iş çevrelerine
ve devlete daha sıkı bağlanmış, işleyişleri, ders program lan, yö
netimleri, özellikle ordu da dahil olmak üzere, tekellerin ve dev
letin çıkarlanna bağlanmıştır.
öğrenci nüfusun patlam ası gerçekten şaşırtıcı olmuştur.
ABD’nde, 1958’den 1968’e dek geçen on yıl içinde, öğrenci sayısı
iki milyondan yedi milyona çıkmıştır. 1950’den 1964’e dek, onbeş
yılda, Fransa’da, Batı Almanya’da ve Belçika’da üç kat ve İsveç’
te hemen hemen dört kat artm ıştır. 1968'e dek geçen on yıl için
de, Batı Almanya'daki öğrenci sayısı 110.000’den 500.000'e, Fran
sa’da 200.000’den 680.000’e, Britanya'da (savaştan önce yalnızca
70.000 iken) 216.000'den 418.000’e ulaşmıştır. Bugün Batı Avrupa'
50
Ancak, öğrenci nüfus yalnızca artm am ıştır; toplumsal bileşi
mi de değişime uğramıştır. Bu, üniversitenin değişen işlevinin,
giderek büyük iş çevresinin, ordunun ve Devletin öteki kesimle
rinin doğrudan hizmetine girmesinin doğal bir sonucudur. Öğren
ciler, önceleri, çoğunlukla yönetici, bürokrasi önderleri, üst ka
demede memur, sömürge yöneticileri, öğretmen, profesör, hat
tâ Muhafazakâr Parti'nin parlementerleri olmak üzere edebiyat,
fen ve hukuk öğrenimi görmüş burjuva çocuklarıydılar. Bu kate
gorilere hâlâ gereksinme vardır; ancak, ileri kapitalist toplumun,
bilimsel ve teknolojik devrimin ve askerileştirilmiş Devletin gi
derek artan yetişmiş personel gereksinmesiyle, varlıklı ve aris
tokrat ailelerin ötesine ulaşmak, küçük ve orta burjuvazinin, hat
tâ işçi sınıfının çocuklarını bile toplamak zorunlu olmuştur, tşçi
sınıfının çocukları hâlâ azınlıktadır; Britanya'da yüzde 26, Fran
sa’da yaklaşık yüzde 12, Batı Almanya'da yüzde 5, Ispanya’da yüz
de 477.
Artık düzenin üst saflarından çekilmeyen bu yeni öğrenci or
duları yepyeni sorunlarla karşı karşıyadır. Varlıklı anne-babalara
dayanmadan yollarım açmak zorundadırlar; Britanya gibi devlet
yardımı aldıkları ülkelerde bile, öğrencileri, öğrencilikleri süre
since sürekli parasal sıkıntılarla yüz yüze getirecek ölçüde yeter
sizdir. Giysileri azdır ve modaya uygun olm aktan çok kullanış
lıdır; yiyecekleri basit, yaşama biçimleri yalındır. Biraz ek para
kazanmak için tâtillerde çalışmak —bu işler de genellikle nitelik
siz ve düşük ücretlidir (mektup ayırma, tâtil kam plarında gar
sonluk, harm anda çalışma, sayfiyelerde danışma işleri vb.)— şimdi
İngiliz öğrenciler arasında çok yaygındır. Ve bunların, hepsinin so
nucu belirsizlik ve güvensizliktir. Yetenekli öğrenciler bile, kapi
talist fare yarışına katılacaklarım bilmektedirler; yeteneklerine
uygun bir iş bulacaklarından bile emin değillerdir.
Her şeyin ötesinde, büyük uluslararası şirketlerin, askerî-sınaî
komplekslerin ve onun emperyalist devletine hizmet eden kapi
talist makinenin çarkında bir diş olmak üzere eğitildiğini giderek
daha iyi anlamaktadır.
Bunun hangi ölçüye ulaştığı, örneğin 1970’de Warwick Üni-
versitesi’ndeki bunalımda ortaya çıkmıştır78. Bu Üniversite ile bü
yük iş çevreleri arasındaki ilişki Üniversite Konseyi’ni oluşturan
personele bir göz atarak görülür. Konsey’de Hawker Siddeley’in,
Phoenix Assurance Co.’nun Lloyds Bank’ın79, Courtaulds’un, Reed
Paper Group’un, Barclays Bank’m, Portland Cement'in, Rootes
51
Motors'un, Jaguar Cars'ın, British Leyland Motor Holdings’in m ü
dürleri vardır. Üniversitenin çıkarlarına hizmet etmesi beklenen,
çoğu otomobil sanayii ile ilgili olan başlıca İngiliz tekellerinin
gerçek bir yoklaması! E.P. Thompson’un değindiği gibi, ilgili fir
m alardan en az üçünün Güney Afrika'da çıkarları olması da dik
kat çekicidir. Büyük iş çevrelerinin bu temsilcilerinin hepsi, ge
nellikle, Üniversite Konseyi’ne egemendirler ve politikaları ile yö
netimi saptarlar. Thompson, «ezmeğe gelince onlar kazanır» de
mektedir80.
Bu koşullar altında, Warwick Üniversitesi'nin, 1966’da Üni
versite rektör yardımcısı tarafından, «Üniversite’nin önceliklerinin
başında... otomobil mühendisliği...»nin konmaya zorlanması hiç
de şaşırtıcı olmadığı gibi, Üniversite'nin metal yorulması (Massey-
Ferguson), yakıt verme sistemi (Rover Company) ve lâstik yorul
ması (Dunlop) konularında araştırm a yapması da şaşırtıcı değil
dir. Thompson, «bazı yerel sanayicilerin Üniversite’yi kendi araş
tırm a ve geliştirme girişimleri için büyük ölçüde bir laboratuvar
olarak görmeleri tehlikesi»ne yerinde olarak dikkati çekmek
tedir81.
Ancak, Üniversite m otor tekellerine yalnızca teknolojik yar
dımda bulunmak —ki, bu çok ekonomiktir— için baskı altında
kalmayıp, yönetici personelini eğitmekte de yardımcı olm akta
dır. Bunun sonucu olarak, «bir noktada, Institute of Directors’un
İş Dünyası Profesörü (Houlden)82, Pressed Steel’in Sanayi İlişki
leri Profesörü (Clegg)83, Barclays Bank’m Yönetimsel Bilgi Sis
temleri Profesörü (R.I. Tricker) ve Clarkson'un Pazarlama Profe
sörü (J.D. Waterworth) tek bir 'Büyük Yığın’ içinde Sanayi ve
İş İncelemeleri Okulu’nda bir araya getirildiler84.»
Bu «Büyük Yığın»m önerdiği sevk ve idare derslerinin genel
niteliğini açıklamak üzere, 1967’de Üniversite’de hazırlanan bir
broşür şunları içermekteydi:
52
Bütün bunlardan sonra, Üniversite rektör yardımcısı Butter-
worth'un, «önerilen ders için danıştığımız sanayiciler, dersin içe
riği açıklanır açıklanmaz hoşnutluklarını gösterdiler» demesi şa
şırtıcı değildir. Kuşkuya gerek yok bundan. Tekelci egemenliğin
deki Üniversite Konseyi, Üniversite’nin iş çevreleri için üstlendiği
göreve öylesine eğildiler ki, bir danışman firmaya, John Tyzack
and Partners’a Üniversite'nin yönetim yapısına ilişkin önerilerde
bulunma çağrısında bulundular. Hazırladıkları raporda «Üniver
site geçerli ticarî ya da sınat standartlara göre yetersiz» bulundu
(İtalikler yazarındır). Bu yetersizlikleri gidermek için, personele
oranla öğrenci sayısının artırılm asını önerdiler ve Üniversite'de
demokrasinin yerine ilişkin ciddî kaygılarını belirttiler. «Er geç»,
dediler, «Warwick Üniversitesi, dem okratik ilkeler ile etkin hükü
met arasındaki çağlarca eski çatışm ada uzlaşmak zorunda kala
caktır85.»
Warwick Üniversitesi’ni bir örnek olarak aldık; ama bu eği
lim başka yerlerde de, yalnız Britanya'da değil, tüm kapitalist
dünyada, özellikle üniversite ile askerî-sınaî kompleks arasındaki
bağın daha ileri olduğu Amerika Birleşik Devletleri'nde dikkati
çeker. 1961'de bir okul-aile toplantısında, o zaman Michigan State
Üniversitesi'nin başkam olan John A. Hannah şunları söylemiştir:
«Kolejler ve üniversiteler savunmamızın tabyaları, süpersonik
bombardıman uçakları, nükleer denizaltılar, kıtalararası balistik
füzeler kadar ülkemizin ve yaşama biçimimizin sürdürülmesi için
de zorunlu görülmelidirler86.»
İkinci Dünya Savaşı sonrası gelişmelere dayanarak, General
Piel’in sözleriyle «ABD üniversiteleri büyük silâhlan geliştirme
laboratuvarlanna dönüşürken»87, ABD askerî yetkilileri, bu işbir
liğini savaştan sonraki «komünizmi durdurmak» ve soğuk savaşı
sürdürm ek için uyguladıkları dünya stratejisinin bir parçası ola
rak genişlettiler. Bu amaçla, Savunma Bakanlığı, «seçilen üni
versitelerde askerî araştırm a merkezleri kurmak, Savunma Çö
zümlemeleri Enstitüsü’nde olduğu gibi bağımsız araştırm a örgüt
lerinin kurulm asında üniversite yöneticilerinin yardımım sağla
mak, Donanma Çözümlemeleri Merkezinin yönetimini üstlenmeyi
Rochester Üniversitesi’nin kabul etmesine tanık olunduğu gibi
mevcut bir kuruluşun üzerine almayı benimseyen üniversitelere
malî yardım da bulunmak üzere harekete geçildi. Doğrudan üni
versite katılmasının yapılabilir olmadığının tanıtlandığı durum
larda da, Pantagon, 'kampus benzeri çevresi’ ile övünen ve aka
53
demik yaşamın birçok kuralına bağlanan bağımsız araştırm a ör
gütleri olan üniversitemsi şebeke kurmayı uygun görmüştür; bu
tür kurumlanın en iyi örneği Rand Corporation’dır88.»
Askerî çıkarlan harekete geçiren yalnızca askerî silâhlar de
ğildir; bundan ötürü, üniversitelerle ilişkilerini en dolaysız ve
kılgısal anlamda bilim ve teknoloji sorunlanyle de sınırlamamak -
tadırlar.
54
üniversiteler, katkılarından ötürü, büyük araştırm a sözleşme
leri ve profesörler için kârlı danışma ücretleri almaktadırlar.
Bu düzenlemelerin örnekleri birçok üniversitede bulunabilir
ve özellikle MIT, Stanford ve John Hopkins gibi araştırm aya
yönelik büyük kampuslarda geçerlidir.
Üniversitelerin, hemen hemen tamamiyle, üniversitenin araş
tırm a faaliyetlerinden en çok yararlanan korporasyonları tem
sil eden kişilerce yönetildiği ortaya çıktığında Amerikan as
kerî araştırm a şebekesinin öğelerini birleştiren işbirliği ruhu
şaşırtıcı olm am aktadır90.
55
site, özellikle ABD'nde, tamamiyle büyük iş çevreleri ile askerle
rin planlarına hizmet etmeye yönelmiştir.
Senatör J. Williâm Fulbright şöyle yakınmaktadır:
56
maşık silâhların lise öğretiminin üstünde işgücü gerektirdiğine
inanmaktadırlar...», diye yazmaktadır. «Yeni ‘em ir ve kontrol'
sistemleri, iletişim araçları, 'gece gören araçlar’ı ve bilgisayarlaş-
tırılmış haberalma sistemleri, yalnızca deneyimli ve eğitilmiş per
sonel tarafından kullanılabilir. Kolej eğitimi, şimdi, üst düzeydeki
polis yetkililerince, toplumdaki devrimci gruplan denetleyecek bir
başka silâh olarak görülmektedir.» Bunun sonucu olarak, Ameri
kan kolejlerinde 65.000’in üzerinde polis bu yolla eğitilmektedir.
Büyük tekellerin plan ve program larına üniversitelerin boyun
eğmesinin yanı sıra, askerlerle polisin bu kitlesel işgali ABD öğ
rencileri arasında başkaldırm a dalgasının oluşmasına neden olan
etmenlerin en güçlülerinden biridir. Ordunun ve polisin böylesine
müdahalesi Ingiliz yüksek öğretim kurum lannda aynı boyutlara
henüz erişmemiştir; ancak, aynı sürecin oluşacağından kimsenin
kuşkusu yoktur. Yeni bir rapor, İngiliz kolejlerinden birinin gizli
ve sıkıca konm an bir bölümünün, İngiltere’deki ABD askerî yet
kilileri için olduğu ileri sürülen askerî haritalar yapımına aynldı-
ğmı açıklamaktadır.
ABD tekelci kapitalizminin üniversitelerden istediği yeni ge
reksinmeler, üniversitelerin tüm yapışım, ders program ını ve yö
netimini etkilemektedir. Büyük, kitle üniversitelerindeki küçük,
sessiz ve yakın öğrenci-öğretmen ilişkisi, büyük ölçekte eğitim
karşısında gerilemektedir, öğretm enlere oranla öğrenci sayısı art
m aktadır. ABD’nde, en kötü durum larda, konferans salonlarına
doldurulmuş yüzlerce öğrenci, profesörün, aynı anda, hepsine bir
den, kapalı devre televizyonla konferans vermesi yoluyla eğitil
mektedir. Kolejlerdeki çeşitli disiplinler için fon sağlayan kamu
kurum lan ve özel tekeller giderek daralan bir uzmanlaşma is
temektedirler. Fiziksel ve biyomedikal bilimler, kimya ve mü
hendislik en çok seçilmekte, beşerî bilimlere pek bir şey gitme
mektedir. Daha çok kişinin kendi yazgılarım daha çok kendile
rinin saptamasım, tüm kurum larda k arar verme mekanizması
na daha çok katılmayı, dem okratik haklann daha çok genişle
tilmesini istediği bir zamanda, askerî-sınaî kompleks üniversite
yaşamının tüm yönlerinde daha sıkı ve otoriter b ir egemenlik
aram aktadır. Merkezileşmiş bürokratik Devlet, merkezileşmiş bü
rokratik üniversite istemektedir.
57
sör —hiç olmazsa doğal bilimlerde ve bazı toplumsal bilim
lerde— bir girişimci niteliğini alm aktadır... iki dünya, fizik
sel ve ruhbilimsel olarak birleşm ektedir97.
58
işçi sınıfı hareketi, ilk evrelerinde ve şimdi, (işçi sınıfının
daha oluşum sürecinde olduğu ya da büyük ölçüde eski köylü-
ler ile batm ış sanatkârlarla dolu ülkelerde), örneğin anarko-sen-
dikalizmde" görüldüğü gibi, benzer sorunların acısını çekmiştir.
Marcuse ile birlikte öğrencilerin önderlik rolünü ileri süren
ler, deyimin M arksist anlamında, öğrencilerin bir toplumsal sınıf
olmadıklarını unutuyor görünmektedirler. Sımf kökenleri karı
şıktır; bundan ötürü, değişik toplumsal sınıfların ve geldikleri
çevrenin çelişen görüşlerini, mekanik ve doğrudan değil, devrim
sorunlarına yaklaşımları ile bazen dolaylı olanak yanıtlam akta
dırlar. Öğrencilerin büyük çoğunluğu işçi sınıfı kökenli değildir,
öğrenci olarak kapitalist söm ürünün doğrudan kurbanları da de
ğildirler; onlara az burs ödeyen, kolej yaşamında dem okratik hak
larım sınırlayan, işlevselliği dar bir eğitim veren ve onları sis
temin kullan yapmaya çalışan kapitalist sistemin etkilerinin acı
larım çekmelerine karşm, işgüçlerini harcayarak bir artık değer
yaratm am aktadırlar.
öğrencilerin aldıklan eğitim, onlan kapitalist sistemde yer
almaya hazırlamaktadır; ancak, çoğunun, onlan işçilerden çok
yönetimi bağlayacak işlerde bunu yapm alan olasılıdır. Gerçekte,
öğrenciler, okulu bitirdiklerinde, Marcuse’nin terminolojisiyle, çok
daha büyük b ir olasılıkla, üretim araçlannm özel mülkiyetine da
yanan sistemle temel çelişkileri olan işçilerden daha çok sistem
le «bütünleştirilmiş» olacaklardır.
Bazı yazarlar, devrimde işçi sınıfının rolünü küçültmeye yö
nelik savlarında, öğrencileri ya da b ir tüm olarak gençliği tam a
miyle us dışı ölçülere yükseltmeye çabalamışlardır. Böylece, Fran
sa’daki Mayıs-Haziran 1968 olaylanm n başlangıcında, New Left
Revievv’daki100, b ir baş makale, «üniversiteyi zincirdeki en zayıf
halka, en duyarlı nokta yapan çağcıl kapitalist toplumdaki çeliş
kilerse yollama yapıyordu. însan, ister istemez, 1968'de bunu ya
zan kişinin hâlâ bu düşüncede olup olmadığını m erak ediyor.
ötekiler, gençliğin bir tüm olarak yeni bir «sınıf» olduğuna
ilişkin bir kuram geliştirmeye çalıştılar. Bazı noktalarda Marcu
se ile anlaşam am alanna karşm John ve M argaret Rovvntree101,
işçi sınıfının rolüne ilişkin başlıca savlarını benimsemektedirler ve
en azından Amerika Birleşik Devletleri söz konusu olduğunda,
belirleyici yeni sınıfın gençlik olduğunu tanıtlam aya çalışmakta
dırlar.
Biz, 1940’larda Amerika Birleşik Devletleri’nıde işçilerin yaz
gısının düzelmesinin Amerika Birleşik Devletleri içinde ve dı-
59
şmda oluşan «sınıf kayması» sonucu olduğunu ileri sürüyo
ruz. Bu «sınıf kayması»nın sonucu olarak, Amerika Birleşik
Devletleri içinde, sömürülen, potansiyel olarak devrimci yeni
sınıf artık bir tüm olarak işçiler değildir; onların yerine ye
ni proletarya 1) Geri kalmış ülkelerdeki kitleler ile 2) Ameri
ka Birleşik Devletleri’ndeki gençliktir.
60
«Geleneksel olarak işçi sınıfına ait olan devrimci görev gençliğe
geçmiştir... İkinci Dünya Savaşı’nın sonuna dek, üretim manüfak-
türden dünya emperyalizminin yönetimine dönüştüğü için prole
tarya 'yok olm uştur’ ve Amerika Birleşik Devletleri’nde sınıf sö
mürüsü, bir tüm olarak işçi sınıfından gençliğe dönmüştür», di
ye yazmaktadırlar.
Yukarda gördüğümüz gibi, öğrencileri «bir sımf» olarak ta
nımlamasına karşın, böyle bir kuramsal karışıklık nedeniyle doğ
rudan doğruya Marcuse suçlanamaz, ama onun İsrarla işçi sınıfım
suçlamasının, gençlerle öğrencilerin rolünü dengesizce sunmasının,
bazı durum larda bir «gençlik sınıfı»na ilişkin bilimsel olmayan
kuram ların geliştirilmesi sonucunu veren «Yeni Sol» çevrelerinde
ki düşün çizgilerine katkısı olm uştur kuşkusuz.
61
için yapılan daha köklü mücadelede yerlerini almayı öğrenebilirler.
Gerçekte, kolejlerde değişiklik için yapılan mücadele, demokra
sinin ana sorunları ile hüküm et politikasına değinerek hükümet
ile yönetici sınıfa sorunlar çıkarm akta ve öğrencilerin sosyalizm
mücadelesine olduğu kadar, devletin eğitim kurum lanna ilişkin
rolünü ve siyasal iktidarı daha iyi anlamalarına' da yardımcı ol
maktadır.
Öğrenci hareketinin bu iki yönünü tüm aşam alarda görmek,
bunları doğru ilişkileri içinde değerlendirmek önemlidir. Ayrıca,
Marcuse’ye karşın (Marcuse’ye bakmayarak) başlıca kapitalist ül
kelerde milyonlardan oluşan güçlü işçi sınıfının kitle hareketi ol
madan hiç bir devrimin olasılı olamayacağının anlaşılması zo
runludur. Her şeyin ötesinde, büyük tekellerin siyasal devlet gü
cü sona erdirilecekse, kapitalist sisteme karşı işçi sınıfının bu
kitlesel hareketi, bu «toplu gücü» harekete katılmalıdır.
1960’larla 1970’lerdeki öğrenci ayaklanmasının başlıca amaç
larından biri, kolejlerin yapısında ve işlevinde, yönetim yöntem
lerinde, öğretimin içeriğinde, sınav sisteminde, disiplinin deneti
minde kökten ve gecikmiş değişiklikler yapmak olmuştur, öğren
cilerin finansmanı, üniversiteye ve kolejlere giriş ve işçi sınıfın
dan öğrencilerin daha yüksek oranlarda kabulü gibi öteki sorun
lar da ortaya konmuştur.
Bu sorunlar dizisi, genel olarak, son yıllarda Britanya, Fran
sa, İtalya, İspanya, Japonya ve öteki ülkelerdeki çoğu öğrenci mü
cadelesine girmiştir. Amerika Birleşik Devletleri’nde de, kampus-
da özgürce konuşma ve örgütlenme hakkı, kolejlerin askerlerce
kullanılmasına karşı çıkma (askere alma, araştırm a, v.b. kulla
nımlar) ve K ara Derililer İncelemeleri için istem gibi öteki sorun
ların bazen öncelik kazanmasına karşın, bu sorunlar dikkati çe
kiyordu.
Geçen on yılda, öğrenci hareketinin deneyimi, öğrencilerin,
mücadelelerini heyecanları ile birlikte nasıl daha etkinleştirecek
lerini ciddî olarak düşünmeleri gerektiğini ortaya koymuştur.
Bu, amaçların açık olması kadar, mücadele biçimlerinin de
düşünülmesini gerektirmektedir. Belli b ir durum için kararlaştı
rılan mücadele biçimleri, koyulan belli amaçların gerçekleştiril
mesine yardımcı olmak üzere seçileceğinden, tersine, yanlış bi
çimlerin, yetersiz ya da başka bir seçenekli çok aşın mücadele
biçimlerinin kullanılması, mücadelenin am açlanm n gerçekleştiril
mesini tehlikeye sokacağından, bu ikisi açıkça birbiri ile ilinti
lidir.
62
Kolejlere değişiklik getirilmesi ile ilgilenen öğrencilerin ço
ğunluğu, kuşkusuz, işlerini, kitlesel eylemin çeşitli biçimleri ile
üniversite ve kolej yetkililerine baskı yapmak ve değişiklikleri et
kilemek için yapılan kampanyadaki öğrencilerini katılm a ve dö
vüşkenlik derecesine dayanan güçleri ile, bu otoritelerle görüşme
ye hazır olarak görmektedirler. Sanayi işçilerinin, isteksiz işveren
lerden ya da hükümetlerden gerçekçi ödünler almak için haklı
olarak, grevler de dahil olmak üzere, çeşitli eylem biçimleri kul
lanmaları gibi, öğrenciler de, inatçı ve tutucu kolej yönetimlerin
den, hükümet dairelerinden ve yerel eğitim yetkililerinden gerçek
çi ödünler almak için, tamamiyle doğru olarak, çeşitli kitle ey
lemi biçimleri kullanacaklardır.
1930’larda Ingiliz madencilerinin ücretlerini ve koşullarım
savunmak için «aşağıda kalma» grevlerim, 1926’daı ve yine 1968’de
işverenlerden başlıca ödünler almak için Fransız işçilerinin «içer
de kalma» grevlerim kullanmaları gibi, Amerika Birleşik Devlet-
leri’ndeki işçiler de 1937 yılındaki «oturma» grevleri boyunca ay
nı biçimde hareket ettiler. Bugünün öğrencileri de, işçilerin izin
den giderek, öteki yöntemler gerekli sonucu vermediğinde, «içer
de kalma» ya da «işgal» taktiğini etkin ve tamamiyle haklı bir
silâh olarak kullandılar103. Çoğunluğun isteğine dayanarak ödün
ler elde etmek yaı da şikâyetlere dikkati çekmek için, örneğin
London Scholl of Economics’de, Hornsey ve Guldford Colleges of
Art’da, Manchester University ile öteki yerlerde olduğu gibi, bir
kolej binasının bir bölümünün ya da tamamının öğrencilere ge
çici işgali, bir mücadele biçimi olarak ve çoğunluğun desteğiyle
haklı ve etkin bir silâhtır.
Ancak, bazı öğrenciler ile öğrenci olayları üzerinde yorum
yapan bazı kişiler, ödünler elde etmek için kolej binalarının iş
galine geçici bir eylem olarak bakmamakta, daha çok 1968’de Fran
sa’da öğrencilerin aşın sol kesiminin «öğrenci sovyetleri» ve Bri
tanya’da Devrimci Sosyalist Öğrenciler Federasyonu’nun «kolej
lerimizdeki kızıl üsler» adını verdikleri şeyi kurm ak için bir araç
olarak görmektedirler.
Bu kuram ın bazı savunucularına göre, öğrenci eylemi, kolejleri
kapitalistlerin denetiminden «kurtarabilir», kapitalist sistem için
de «sosyalizm» vahaları kurabilir ve bunları tüm sistem yıkılın-
caya dek fabrikaların peşpeşe «kurtarılması» için işçileri esinler
yecek «kızıl üsler» olarak kullanabilir. Kolejlerde «kızıl üsler»
düşünü, bir anlamda Debray’nin foco kuramının üniversiteye uy
gulanışıdır. Tartışm alarda, bu düşünlerin bazı savunucuları, «kur-
tanlm ış» kolejleri, öğrencilerin «kurtarılmış alan»Iarmı genişlet
mek üzere çıktıkları, böylece devrimi gerçekleştirecekleri üsler
olarak bile düşünmüşlerdir.
Mayıs-Haziran 1968 olayları sırasında Fransız öğrencileri ara
sında böyle «devrimcilersin düşlerini tanımlarken, Patrick Seale
ve Maureen McConville (Fransız öğrencileri arasında Troçki’ci ve
öteki aşırı sol eğilimlere genellikle çok yakın olan iki gözlemci)
şöyle yazıyorlar: «Kırmızı bayrağı dalgalandırarak üniversitenin
molozlarından topluma yürümek istediler104.»
Sonuç bambaşkaydı. Sorbonne «sovyet»i ile ilgili olarak Se
ale ve McConville’in aşağıdaki yorumları yeterlidir:
64
amaç olmayacaktır. Açıkça, kızıl üslerin alınması ve elde tutul
ması, öğrencilerin, öğrenci olarak yapabilecekleri son eylemdir;
çünkü bir kez bu sürece bağlanınca, üniversiteyi seçkinlerden kur
tardıkları gibi, aydın-kol işçisi ayrımının yıkılmasında da epey
yol almış olacaklardır106.»
Triesman, «devrimci öğrencilersin işlerini şu sözlerle özetle
mektedir:
66
ler) alanı» yarattığına değinerek Çin’e ilişkin benzetmeye dön
m ektedir116.
Bu düşünü öneren yalnızca Wilcox değildir. Robin Blackbum
ile 1969’da yaptığımız bir açık oturum da, o da «kurtarılmış» bir
üniversitenin oynayacağı rolle 1949 zaferinden önce Çin’de «kur
tarılmış alaniar»ın oynadığı rol arasında bir benzerlik olduğunu
ileri sürerek bu «kuram»ı geliştirdi.
Böyle bir koşutluk bulmak, Çin’in kurtarılm ış alanlarının
kendi silâhlı kuvvetlerince savunulduğu, hem tarım da, hem de
küçük ölçekli m anüfaktürde üretim merkezlerine dayanan kendi
bağımsız ekonomileri olduğu, buralarda milyonlarca kişinin ya
şadığı, kendi yönetim biçimleri (devlet iktidarı) olduğu ve ken
dilerini korum ak için ABD’nin desteklediği Cihang Kai-shek’e kar
şı, yirmi yılı aşan b ir süre boyunca şiddetli savaşlarla kurtarıl
mış alanları savunmak ve sonunda onları geniş ölçekli bir sa
vaşla yenmek zorunda oldukları gerçeğini tamamiyle boşlamak
tadır.
Üniversitelerde «kızıl üsler»i savunanlar Britanya’da gerçek
siyasal iktidarın gerçeklerini sık sık boşluyor görünüyorlar; san
ki büyük ordusu ve polis gücü ile güçlü kapitalist devlet yok
muş, yönetici sınıf üniversitelerin «kurtuluşu»na, önlemek için
herhangi b ir ciddî adım atm adan, izin verecekmiş gibi konuş
m aktadırlar. Bu «kuram»m tüm ü basit ekonomik olguları da boş
lamaktadır. öğrencileri ve «kurtarılmış» üniversite kadrosunu
koruyacak olan kimdir? Yönetim ve işletme harcam alarını kim
karşılayacaktır? Kapitalist devletin, böyle bir girişimi sürekli fi
nanse edeceğine ciddî olarak inanılm akta mıdır? Ya da bir üni
versiteyi ele geçirip, onu devlet finansmanına bağımlı olmadan
özerk b ir kurum olarak yürütm enin ve kapitalist devletin bunu
sadece «adam sende» demenin dışında b ir tepki göstermeden ses
sizce kabulleneceğinin olasılı olduğu gerçekten sanılm akta mı
dır? Belki de, «üniversitelerde ve kolejlerde kızıl üsler»i savu
nanların başka b ir düşünceleri vardır; «edilgen», «yozlaşmış» ve
«bütünleşmiş» işçilerin, sınıflı toplumun gerçeklerini görmeleri için
uyanmalarına yardımcı olacağını düşündükleri Devletten sert bir
tepki geleceğine, güçlerin karşı karşıya geleceklerine, yetkililerle
çarpışılacâğına, «hukuk ve düzen»in güçleri ile fiziksel b ir savaş
olacağına inanıyorlardır (ya da um uyorlar mı?).
Bütün bu yaklaşımın tehlikeli sonucu, gerçekçi uzlaşılann
yadsınması, h attâ bazen görüşmeye bile yanaşmamaktadır. 1960’
lan n sonlarında Japonya’da çok tehlikeli ve karm akarışık duru
67
ma gelen, insanlara ve binalara karşı aşırı ve haksız şiddet kul
lanımı bununla birlikte gitmektedir, ileriye yönelik önemli bir
adımı temsil eden güncel ilerlemeler elde etm ekten uzak olan
bu aşın solcular, otorite ile çatışmanın ölçeğini genişleteceği ve
öğrencilerin çoğunluğunu şiddete dayanm alan gerektiğine inan
dıracağı umuduyla «hesaplaşmamın ardında kışkırtıcı eylemler
le yetkilileri, genel olarak öğrenci kitlesine karşı daha şiddetli
yöntemler kullanmaya itmektedirler. Doğallıkla, bu tü r taktikle
rin tehlikesi b ir bütün olarak öğrenci hareketinin, her birinin
ötekini, sloganlannın aşm lığı ve eylemlerinin şiddeti ile geride
bırakm aya çalıştığı, rakip sol grupların futbol maçına dönüşe-
bilmesidir. Bu, birliğin bozulması, yenilgi ve düş kırıklığı sonu
cunu verebilir; genellikle de vermektedir. Aynı zamanda, sağ
kanada «düzen»in savunulması adına öne geçmek, ılımlı reform
culara da kendilerini yegâne «gerçekçi ve makul» seçenek olarak
göstermek için bir özür sağlar.
68
Kuşkusuz Japonya’daki öğrencilerin 1969 deneyimleri ciddî
düşünmek için bir örnek olmalıdır. Ocak 1969'da, üniversitelerde
başlıca reform ların yapılması için aylarca süren kampanyadan
sonra, Japon öğrenciler, öğrencilerle üniversite yetkililerinden olu
şan temsilciler arasında Tokyo Üniversitesi’nde 10 Ocak’da gö
rüşm eler yapılmasına ilişkin olarak üniversite yetkilileri ile an
laşmaya vardılar. Görüşmelerin öngününde, dem ir çubuklar ve
tahta sopalarla silâhlanan Troçki’ci öğrenciler, üniversite binala
rını ertesi gün yapılacak görüşmelere hazırlık için kullanan 2000
öğrenciye saldırdılar. «Görüşme toplantısını parçalayın», «Komü
nist yandaşı öğrencileri öldürün» diye bağırarak binayı işgal et
tiler.
Görüşme toplantısı, bu kışkırtmaya karşın, 10 Ocak’da, Tok
yo’da, Prens Chichibu Rugby Field’de 8000 kadar öğrenci, öğ
retm en ve görevliler önünde yapıldı. Öğrenci temsilcileri, «kam-
pus’da demokrasinin üniversitedeki herkesin birliği ile kazanıl
ması» lehinde konuştular, öğrencilere verilen haksız cezaların
iptalini (mücadelenin temel nedenlerinden biriydi), öğrencilerin
kendi kendilerini yönetme eylemlerine girişme özgürlüğü ve üni
versitenin sevk ve idaresinde reform ları da içeren on istem ileri
sürdüler. Toplantıdan sonra, öğrenci temsilcileri ile yetkililer ara
sında yapılan sonraki b ir tartışm a, öğrencilerin on noktayı içe
ren istemlerine ilişkin b ir «onay yazısı»mn taraflarca verilmesi
sonucunu sağladı.
öğrencilerin bu başarısı karşısında, istemlerinin karşılanma
sı ve uygulanması olasılığı ile, üniversitedeki on fakülteden se
kizinin, anlaşmaya yardımcı olmak için giriştikleri süresiz boy
kota son vermelerine karşm, Hükümet ve iktidardaki Liberal De
m okratik Parti, 12 Ocak’da, anlaşmazlığı «onay yazısı»na daya
narak çözmeye karşı olduklarını açıkladılar.
Bu noktada Troçki’ciler ile Mao’cular kışkırtm alarını sürdür
meye başladılar. Taşlarla, sopalarla, dem ir borularla, el yapısı
bom balarla ve sülfirik asitle silâhlanarak üniversite binasını zor
la ele geçirmeye çalıştılar, kendilerine karşı olan öğrencilere fi
ziksel saldırıda bulundular. Raporlar, polisin, önceden amaçları
nın «Tokyo Üniversitesi’ni yok etmek» olduğunu açıklamalarına
karşm, Troçki’ci ve Mao’cu öğrencilerin silâhlarını kam pus’a ge
tirmelerini engellemek içim hiç b ir çabada bulunmadıklarını be
lirtmektedir. Bu kışkırtıcı eylemler, 18 Ocak’ta kam pus’u temiz
lemek için yapılan bir polis harekatında doruğa ulaştı. Hükümet bu
durum u kullanarak, benimsenen «onay yazısı»nı reddettiğini açık
69
ladı; gösteri polislerini kampus’a yerleştirdi ve üniversiteyi de
facto polis denetimine aldı. Bundan ötürü, öğrencilerin başlıca is
temleri için yapılan mücadeleyi daha güç ve karmaşık koşullar
altında sürdürm ek zorunda kalındı.
Bu deneyimden, özellikle üniversitenin rolüne ilişkin açıklık,
öğrenci mücadelesinin niteliği ve üniversitelerin «kurtarılması»
ya da «yıkılması»na ilişkin kuram ların saçmalığına değin öğre
nilecek çok şey vardır.
70
Çeşitli ülkelerde 1967-1969 yıllarının böylesine çoşkun ve he
yecan verici öğrenci eylemleri ile dikkati çekmesi üzerinde epey
ce düşünmeye ve inceleme yapmaya gereksinme vardır. Bir ülke
den ötekine sıçrayan bu gibi mücadele dalgalan devrim tarihin
de bilinmez değildir. Avrupa’da' devrimci 1848 yılı, 191 l'e dek As
ya’da 1905 Devrimi sonrası; 1920 başlanna değin tüm dünyada 1917
Ekim’inin sonrasım anlamak belki daha kolaydır. Ama, daha ön
ce belirtilen temel etmenlere ek olarak, 1960 sonlannda öğrenci
ler arasındaki bu yeni militanlığa katkısı olan etmenlerin ara
sında, kuşkusuz, ulusal kurtuluş hareketinin başanlan, Küba’mn
etkisi, ABD’nde zencilerin mücadelelerinin başlaması, belki de en
belirleyici olanı da, başlıca kapitalist ülkelerde siyasal durumu
büyük ölçüde etkileyen Vietnam Savaşı vardır.
Bu dönem, öğrencilerin birleştiği bir dönem olarak görün
mektedir. önce «hemen devrim» bekleyişleri ile baştan çıban ve
«yeri göğü yerinden oynatmaya» hazır olan bazı öğrenciler düş
kınklığm a uğradılar, eylemden aynlarak gelecekteki uğraşlarına
dikkatlerini çevirdiler. Bu, solculuğun her zaman tehlikeli olan
sonuçlanndan biridir. Bereket versin, ötekiler son deneyimler
den bazı şeyler öğrenmişler ve öğrencilerin gelişimi yolundaki
mücadelenin niteliği ve toplumsal kurtuluş için genel savaşta iş
çi sınıfının yanı sıra öğrencilerin oynayabilecekleri rol karşısın
da gerçekçi b ir anlayış kazanmışlardır, örneğin bu, Britanya’da
Ulusal öğrenci Birliği’nin Sendikalar Birliği ile daha yakın ça
lışmaya girişmesinde belirmektedir.
Son yıllardaki öğrenci hareketlerinin deneyimi, toplu bir kit
le olarak öğrencilerin devrimci mücadelenin öncülüğünü üstle-
nemiyeceklerini onaylamaktadır. Kuşkusuz, öğrenciler birey ola
rak öne çıkacaklar, öncülerin b ir parçası olacaklardır. Marksist
etki yayıldıkça da bu yoldan gelenlerin sayısı artacaktır. Ancak,
öncülük rolü b ir sınıf sorunudur, öğrenci saflanndan, mücadele
de yerlerini almak için ne denli çok yetenekli öğrenci gelirse gel
sin, toplumda sınıfların rolüne ilişkin nesnel gerçeği değiştiremez
ler. öğrenci militanlığı ve yiğitliği olumlu erdemlerdir; kapitalist
toplumun tüm dayanaklarına karşı çıkmadaki acelecilikleri de
öyledir. Ama çoğunun burjuva ve küçük burjuva kökenleri, yetiş
me biçimleri, toplum içinde gelecekteki işlevleri, öğrenci kesim
lerinin b ir yanda aşın militanlık ile aşın solculuk, öte yanda de
rin depresyon ya da karam sarlık ve içe dönüklük arasında gidip
gelen kanşık düşünlere boyun eğmeleri tehlikesiyle sonuçlanmak
tadır, öğrenciler, yalnızca işçi sınıfı hareketi ve özellikle onun
71
ileri, devrimci kesimleri ile, kom ünistler ile yakın ilişki kurarak
toplumdaki konumlarından doğan tehlikeleri yenebilirler.
Bu, öğrenci kitlesinin ya da en azmdan ilerici kesimlerinin belli
bir durum da bir katalizör gibi davranam ıyacaklan ve işçi sınıfı
nın ve nüfusun öteki kesimlerinin daha geniş mücadelesini et-
kilemiyecekleri anlamına gelmemektedir. Bu, kuşkusuz, Çin’de 4
Mayıs 1949 hareketinde öyleydi; başka birçok örnekleri de olmuş
tur. Bazı ülkelerde de, ülkelerindeki hareketin başlangıç dönem
lerinde, öğrenciler, aydınlarla birlikte halka devrimci ve sosya
list bilincin verilmesinde dirimsel bir rol almışlardır. Ancak,
bunlar her zaman belli koşullardan doğan geçici olgular olmuş
tur. Devrimci hareket büyüdükçe, işçi sımfı kendi aydınlarım,
kendi toplu bilincini ü retir ve Marksizme, devrim bilimine sarı
larak mücadelenin öncülüğü olan zorunlu işlevim tam olarak ya
pabilecek düzeye gelir. H attâ militan öğrenci eyleminin bazen
işçileri harekete geçirdiği ve özendirdiği durum larda bile, işçi
sımfı hareketinin ağırlığı mücadeleye bir kez girdikten sonra,
hangisinin belirleyici güç olduğu hemen açığa çıkmaktadır. Le
nin’in yorumladığı gibi119, proletarya «kitlelerin ciddî ve büyük
devrimci mücadelesinde hiç bir zamanı başkasının üstünlüğünü
benimsemez; benimsemiyecektir de.»
Öğrenciler, gelişmiş kapitalist ülkelerde, genel nüfus içine
işçiler kadar dağılmamışlardır; bundan ötürü stratejik olarak da
yerleşmemişlerdir. Sayıca da çok azdırlar. Çok çabuk öğrenme
lerine karşm, sınıf mücadelesi, örgütlenme deneyimleri yoktur.
Hepsinin de ötesinde, fabrikalarda, üretim ve sömürü noktala
rında değildirler. Ama, üretim araçları ve mülkiyeti sorunu dev
rimin belirleyici b ir sorunudur. Kapitalist sınıfın iktidarı yıkı
lacaksa, iktidar zorunlu olarak bir başka sınıfa ya da sınıflar
koalisyonuna geçmelidir; çağcıl kapitalist toplumda, kapitalist
sınıfın temel nesnel karşıtı işçi sınıfıdır.
72
öğrencilerin sayıları arttıkça, toplumsal bileşimleri daha da
değiştikçe, siyasal bilinçleri geliştikçe üstlenecekleri b ir görev,
çok önemli b ir görev vardır. Marcuse, çağcıl kapitalist toplum
da öğrencilerin önemlerine dikkati çekmekte haklıdır; am a onlar
adına abartılm ış savlan ve onlan işçi sınıfı hareketinin kendine
karşı muhalefete koyma çabası, eğer düşünleri izlenirse, öğren
ciler ile işçiler arasındaki zorunlu bağlaşmanın kurulmasını en
gelleyebilir ve öğrencileri devrimin temelinden soyutlayarak ka
pitalizmin yıkılması için yapılan harekettteki rollerim sınırlar.
73
izledikleri konusunda en ufak b ir kuşku yoktur. Sözcüğün
tam anlamıyle öğrenciler öncüydüler...
Protesto hareketi, önce. Komünist denetimindeki sendikalar
ve Komünist günlük gazetesi Humanitâ tarafından şiddetle
kınandı. Öğrencilere karşı sadece kuşkulu değillerdi, aym za
m anda onları kötülüyorlardı da. Komünist Parti’nin yıllar
dır dondurduğu sınıf mücadelesini birden anım sam ışlar ve
öğrencileri burjuva çocukları olarak ilân etmişlerdir... öğ
renci muhalefeti, başından beri, sadece üniversitenin ötesin
deki Fransız kapitalist toplumunaı karşı değil, sosyalizmin Sta-
lin'ci yollardan kurulmasına da karşıydı... Açıkça Fransa’
daki Komünist P arti’ye de karşıydı öğrenci muhalefeti. Şim
dilik b ir Hükümet Partisi olmayan, am a mümkün olduğun
ca çabuk b ir Hükümet Partisi olmasından daha iyi bir şey
olmayacağa benzeyen bir Parti’dir. Gerçekten de Fransız Ko
m ünist Partisi’nin politikası yıllarca bu olmuştur.
...Bu olayların patlam asından uzun bir süre önce, sendika
ların protesto hareketini yasaklam alarına karşı işçileri ka
zanmak için sistematik b ir girişim vardı, öğrenciler, Paris’
deki ve Paris’in varoşlarındaki fabrikalara, tesislere gön
derilmişler, işçilerle konuşmuşlar ve özellikle genç işçiler ara
sında sempati ve yandaş bulmuşlardı. Böylece, öğrenciler fii
len sokağa döküldüklerinde, binaları işgale başladıklarında,
bu işçiler de onların örneğini izlemişler, öğrencilerin akade
mik istemleri ile birlikte daha yüksek ücret, daha iyi çalış
ma koşullan istemlerini ortaya atmışlardı, ikisi, oldukça ken
diliğinden ve asla eşgüdümlü olmayan b ir biçimde bir ara
ya gelmişler, böylece öğrenci hareketi büyük sosyal hareket,
büyük b ir siyasal hareket olmuştur. Olaylann bu anında, yüz-
binlerce işçi grevdeyken ve Paris ile varoşlanndaki fabri-
kalan işgal etmişlerken, Komünist denetimindeki sendika
(CGT) hareketi onaylamaya karar vermiş ve resmî bir gre
ve dönüştürm üştür. Yıllardır izledikleri politikadır bu. Ha
reketin elden çıkacağım, artık Komünist P arti’nin denetimin
de kalamayacağını gördüklerinde, hemen hareketi onaylar ve
böylece ele geçirirler.
Güvenle söyleyebileceğimiz b ir şeyin, devrimin geleneksel dü
şününün ve geleneksel stratejisinin geçersizliği olduğunu dü
şünüyorum. Zamanın gerisinde kalmışlardır; toplumumuzun
gelişimi onlan aşm ıştır... Bu hareketin kendiliğindenliğini ve
kendiliğinden yayılmasını önemsememenin nedenidir. Şimdi
74
kendiliğinden, diyorum ve bu kavramda direniyorum; gerçek
ten kendiliğinden olması için biraz yardım edilmeyenin ken
diliğinden olmadığım biliyorsunuz. Fransa'daki durum tama
miyle böyleydi... Muhalefetin geleneksel örgütlenmesiyle kar
şılaştırıldığında, yapabüdiğince, mevcut örgütlenmeye, parti
ye ve sendikaya aldırmadığından kendiliğinden bir hareket
olmuş ve yoluna devam etm iştir.
75
lilerince inatla reddediliyordu. Komünist P arti Genel Sekreteri
VValdeck Rochet’nin 21' Mayıs 1968'de açıkladığı gibi, halk «tâbi
olm aktan bezmişti. Yurttaş olmak istiyordu.» Artık sağa sola itil
meye ve isteklerinin önemsenmediğini görmeye hazırlıklı değil
lerdi.
Ama, sadece biriken hoşnutsuzluk 1968’de Fransa’yı bu den
li sarsan hareketi ortaya çıkaramazdı. Fransa’nın çalışanları, bu
koşullara karşı on yıldır artan bir mücadele vermişlerdi; ve «sı
nıf mücadelesini dondurmak»tan çok uzak olan, de Gaulle’e ve
Hükümetine karşı ta başından beri sürekli savaşan tek parti Ko
m ünist P arti’ydi. de Gaulle 1958'de iktidara geldiğinde, Anayasa
için yapılan referandum da oyların yüzde 80’ini almıştı. «Hayır»
denmesini isteyen tek parti Komünist Parti idi ve oyların yüzde
20 si «Hayır»dı. Fransız Komünist Partisi, belli başlı her konu
da, NATO’ya karşı, yaygın ulusallaştırma, yüksek ücretler ve da
ha iyi koşullar, ileri sosyal güvenlik için, Fransız halkını deği
şim için mücadeleye toplamaya çabalamıştı. Vietnam’daki ABD
istilasına karşı Fransa’daki savaşı yöneten, Fransa’dan, Mayıs-Ha-
ziran 1968 olaylarından birkaç ay önce Vietnam’a b ir gemi dolu
su ilâç, makine ve başka malzeme yardımının gönderilmesine yol
açan yardım kampanyasını örgütleyen Komünist Parti idi.
Öndegelen üç sendika federasyonunun, CGT (Genel tş Konfe
derasyonu . çn), CFDT (Fransız Demokratik tş Konfederasyonu
- çn) ve Force Ouvriere (FO = İşçi Gücü - çn)in birleşmesi için
çalışan Komünist Parti idi. On yıldır kişisel iktidarın yönetimi
ne karşı ve ileri bir dem okratik rejim için kampanya açan Komü
nist Parti idi. Hepsinin ötesinde, de Gaulle’e karşı mücadelenin
en başından bu yana, sadece sendikal cephede değil, ulusal si
yasal ölçekte de, tüm sol ve dem okratik güçleri de Gaulle’e ve
büyük tekellere karşı ortak bir harekette birleştirm eye ve sosya
lizme yol açacak b ir birleşik dem okratik hükümet kurm aya çaba
layan da Komünist Parti idi.
Marcuse, Komünistleri «bir Hükümet Partisi olmak» istemek
le suçlamaktadır. Acaba Marcuse neyi yeğlemektedir? Partisiz bir
hükümeti mi? Ya da Komünistlerin olmadığı bir Hükümet mi?
Marcuse, Komünist P arti’ye kesinlikle karşı olduklarım ileri sür
düğü öğrencilerin aşırı sol kesimini yeğlediğini açıkça gösterdi
ğinden, sonuncusunu yeğ tuttuğundan kuşkulanılır. Mantık adına
tam b ir ayıpla Fransız Komünist Partisi’ne yönelik Marcuse’ci
eleştiri, Parti’yi, Mayıs-Haziran olaylarım, hükümet değişikliğim
de m utlaka içeren bir sistem değişikliği mücadelesine dönüştür
76
mede başarısız olmakla da suçlamaktadır. Seçim kayıtlarının da
gösterdiği üzere, Fransız; Komünist Partisi işçi sınıfı arasında her
hangi bir başka partiden daha çok desteğe sahiptir. Bir Fransız
Hükümetinde Komünist P arti’nin bulunması, işçi sınıfının sesini
burada duyurması demek olacaktır. Açıktır ki, Marcuse güçlü
seslerin dışarda bırakılmasını yeğleyecektir. Bir hüküm ette so
rumluluk yüklenmeye hazır bir Komünist Parti eleştirilecek bir
amaç değildir. Fransız Komünist Partisi’nin kurulmasına çalış
tığı hükümet, solun ve dem okratik hareketin tüm siyasal güçle
rini içeren b ir koalisyonda ifadesini bulan, işçi sınıfı ile bağlaşık
larının birleşik gücüne dayanmaktadır. Böyle b ir hüküm etin ku
rulması Fransız halkı için önemli bir ileri adım olacak ve sosya
lizmin ilerlemesinde yeni olanaklar ortaya çıkartacaktır.
1968’den önceki on yıl içinde, Fransız emekçileri, yakın çı
karları için tutarlı bir mücadele verdiğinden, birleşmenin bayra
ğım yükselttiğinden ve ileriye dönük açık bir görünge verdiğin
den, Komünist Parti’ye güvenlerinin arttığını göstermişlerdir. 1968
yılında, 400.000’in üstünde üyesi ve Genç Komünist Hareketi’nde-
ki 50.000 üyesi ile Komünist Parti solun en güçlü tek gücüydü.
1968’deki üyelerinin en az yüzde 42’si 1959’dan sonra yani de Ga-
ulle’ün iktidarı alışını izleyen on yıl içinde Parti'ye katılmışlar
dır. Komünistlerin seçim gücü de artm aktaydı: 1958’deki 3.870.000
oya karşılık 1962’de 4.003.000 ve Mart 1967 seçimlerinde 5.029.000
oy almışlardır. Toplam oyların yüzde 22,5'ini oluşturan bu oylar
işçi sınıfının ana kesimlerini kapsamaktadır. Ayrıca, Komünist
lerin ve öteki kesimlerin yanı sıra Sosyalistleri ve Radikal Sosya
listleri de içeren Halk Cephesi’nin 1936 yılında aldığı oylara da
hemen hemen eşittir.123
Komünist Parti’nin, özellikle işçiler arasında kazandığı ve
tüm bölgelerin ve kentlerin kesin biçimde Parti'ye dönmelerine,
yaklaşık 30.000 Komünist temsilciyi seçmelerine yol açan bu ar
tan destek Parti’nin siyasal birlik amacı için destek kazanma
sına yardımcı olmuştur. Böylece, Mart 1967’deki, Komünistler ile
Sosyalistler, Radikaller ve Cumhuriyetçiler Klübü (ki, birlikte Sol
Federasyonu oluşturm aktadırlar) ile küçük Birleşik Sosyalist Par
ti arasında seçim anlaşması yapılması sağlanmıştır. Bu bağla
şıklığı oluşturan sol güçler, 1967 seçimlerinde, de Gaulle’dilerin al
dıkları yüzde 43'lük oya karşı oyların yaklaşık yüzde 47’sini elde
etmişlerdir. Bu sola yönelme, de Gaulle’ün oyların yüzde 55’ini,
Komünist Parti dahil tüm sol tarafından desteklenen M itterand’
77
m ise oyların yüzde 45’ini aldığı 1965 Başbakanlık seçimindeki
durum u tersine çevirmiştir.
Fransa’da bu nitelikte bir ortam yaratan, Komünist P arti’
nin yürüttüğü mücadelenin bu on yılı olmuş ve 13 Mayıs pazar
tesi günü için Komünist Parti ile CGT ve öteki sendikaların öğ
rencilerle dayanışmayı göstermek için yaptıkları kitle gösterile
ri ve genel grev çağnsı sonucu Paris’de 800.000, Lyons’da 60.000,
Toulouse, Marsilya ve Bordeaıux'da 50.000 ve Mans’da 30.000 kişi
yürümüş, tüm Fransa’da greve katılanlar ise dokuz milyon ol
muştur.
Marcuse, grev hareketini ve ona eşlik eden eylemleri ele alı
şında, gerçekten kabul edilemiyecek olan üç noktaya önem ver
mektedir. Birincisi, dokuz milyonun tepkisinin Cohnt-Bendit’in çağ
rısına karşılık olduğu. İkincisi, CGT ile Parti’nin önce greve kar
şı çıktıkları, sonra da sadece olayların peşine takıldılan. Üçün-
cüsü, Parti'nin mücadeleyi ücret istekleriyle sınırlam a taraftan
olduğunu, bir düzen değişikliğine karşı bulunduğunu ve fabrika
işgallerine hevesli olmadığını üstü kapalı olarak söylemektedir.
Belki de en azından üçte biri düzenli Komünist seçmeni olan
dokuz milyon işçinin, genç, anti-Komünist, anarşist bir öğrenci
nin çağnsıyle greve gittiğine ilişkin ahmakça düşünce, ancak
işçi hareketinin işleyişinden tamamen bilgisiz birinin akima gele
bilir. Ama, Marcuse’nin garip düşüncesini b ir yana bırakalım ve
gerçekte neler olup bittiğini görelim124.
1968 yılı, Mayıs’dan önce, işçilerin hoşnutsuzluğunun artm ak
ta olduğunu göstermiştir. 1967’nin 1 Şubat'mda, 17 Mayıs’mda ve
13 Aralık’m da yoğun sanayi eylemleri ve gösteriler zaten olmuş
tu. Komünist Parti’nin ve CGT’m geleneksel b ir üssü olan ünlü
Renault m otor atelyelerinde Ocak ve Mayıs 1968 arasında birçok
iş durdurm a eylemi olmuştur. Hoşnutsuzluk başka fabrikalarda
da dile getirilmişti. 1 Mayıs 1968’de, Hükümet, Paris’li işçilere,
ondört yıldan bu yana ilk kez başkentte gösteri yürüyüşü yap-
m alan iznini verdi. CGT’m çağnsıyle yapılan gösteri 100.000 iş
çiyi çekti.
3 Mayıs’da, faşistlerin bir saldınsm ı protesto eden öğrenci
lere yanıt olarak N antarre Edebiyat Fakültesi kapatıldı ve po
lis Latin O uarter’a girdi. 4 Mayıs’da, posta ve telgraf işçileri Ma-
yıs'm 6’sı ile 10’u arasında, ekonomik istekleri için bir dizi greve
gitmeyi kararlaştırdılar. Aynı gün, yedi öğrenci tutuklandı. 6 Ma-
yıs’da, CGT’m çağnsı üzerine, 100.000 madenci, Mayıs’ın 3'ünde
altı madencinin ölmesiyle önem kazanan güvenlik önlemlerinin
78
olmayışını protesto için çalışmayı durdurdular; posta ve telgraf
hizmetlerindeki teknisyenler greve gittiler. M art başından beri za
ten 80 eyleme girişmiş olan Renault-Billancourt fabrikasındaki
CGT üyeleri kampanyalarını daha da artırm aya k arar verdiler.
CGT birliğindeki devlet mem urları ay sonunda işi bırakm a ka
rarı aldılar.
Gene Mayıs'ın 6’smda, polis zorbalığının onlara yaptığı gibi,
öğrenci eylemleri de saldırıya geçti. Aynı gün, CGT’ın Paris ke
simi «öğrencilere karşı hüküm etin kırkırtm alanm ve polis zorba
lığını», Sorbonne’un polisçe işgalini «şiddetle kınadı» ve «eği
timin savunması, geliştirilmesi ve dem okratikleştirilmesi için mü
cadele eden öğrenciler ve öğretmenlerle dayanışma içinde oldu
ğunu yineledi.» CGT’m öteki kesimleri de onu izledi. Devlet Me
m urları Federasyonu Genel Birliği Bürosu «bu baskının kurban
ları ile dayanışmasını ve tutuklanan öğrencilerin salınması iste
ğini» açıkladı.
7 Mayıs, Salı günü, CGT Genel Sekreteri Georges S6guy, şun
ları açıkladığı b ir basm toplantısı düzenledi:
79
çerlidir. Aynı zamanda Fransız Komünist Partisi de soldaki ba
zı grupların sorumsuzluğuna karşı uyanda bulunmuştur.
Cohn-Bendit’e ve ötekilere (anti-komünizmi Marcuse ta
rafından kabul edilen) yönelik bu anlaşılabilir eleştiriler CGT’ı
ve Komünist Parti’yi öğrencilere destek sağlamaktan alıkoyma-
mıştır.
Kayıtlarımıza devam edelim. 7 Mayıs’da, Pariar taksi şoför
leri, ACH (Le Hajvre ve Harfleur)’daki Renault-Sandouville’deki
ve Sosyal Sigorta Kurumu Paris bölgesi merkez bürosundaki iş
çiler gibi, posta ve telgraf işçilerinin birçok kesimi de greve git.
ti. 8 Mayıs Çarşamba günü, CGT ve CFDT, Batı’daki dokuz böl
gede öğretmenler ve köylüler tarafından gösteriler örgütlediler:
B rest’de 30.000, Quimper’de 20.000 ve Rennes’de 10.000 kişi katıl
dı bu gösterilere. CGT’ın Konfederal Bürosu, bu gösterileri se
lâmlarken, «mücadeleye girişen öğrencilere karşı uygulanan polis
zorbalığını ve baskıyı» şiddetle protesto etmiş ve «özellikle ka
palı fakültelerin yeniden açılmasını, tutuklulann hemen salıveril
melerini ve eğitim sisteminde demokratik bir reform isteyen öğ
renciler ve öğretmenlerle dayanışma duygulannı» yenilemiştir.
9 Mayıs Perşembe günü, Fransız Öğrencileri Ulusal Birliği
(UNEF) Ulusal Bürosu’nun, tüm ulusal sendika merkezlerinin öğ
rencilerle dayanışma içinde olduklannı halka açıklam alan ve
bu amaçla «sendika ve siyasal söz hakkını savunmak için ve po
lis baskısına karşı» birleşik bir sendikal gösteri çağnsm a yanıt
olarak toplanan CGT ve CFDT ortak bir eylem örgütlemek için
anlaşmaya çabucak varmışlardır. Bu k arar aynı gün UNEF’e ile
tilmiştir. L’Humanite’nm ertesi günkü sayısında, bu anlaşmaya
yollama yaparak, CGT sekreterlerinden biri olan Madeleine Co-
lin «UNEF ile vanlan anlaşmanın işçilerle öğrencilerin güçlü bir
ortak yığın eylemi sonucunu vermesini güvenceye almak için CGT’
m elinden gelen herşeyi yapacağı»nı açıklamıştır. O gün (9 Ma
yıs) boyunca Fransa’nın her yanında öğrenci boykotlan ve gös
terileri vardı.
10 Mayıs, Cuma belirleyici bir gündü. Öğrenci boykotlan ve
gösterileri gün boyunca tüm Fransa’da sürdü. CGT, CFDT ve
UNEF temsilcileri arasında b ir toplantı daha yapıldı ve özerk öğ
retm enler birliği125 (FEN) ile ilişki kuruldu. Toplantı sonunda ya
yınlanan ortak bildiri, «işçilerin hükümete karşı öfkelerini kış
kırttığı »m açıkladığı polisin, öğrenciler ile öğretmenlere karşı
davranışına duyulan duygulan yansıttı. Bu toplantının bir sonu
cu olarak, CGT, CFDT, FEN, UNEF ve SNESup (üniversite öğ
80
retim üyeleri birliği) 14 Mayıs günü Fransa’nın belli başlı tüm
kentlerinde kitle gösterileri ve Paris’de yoğun gösteriler için or
tak bir çağrıda bulundular. FO’in birlikleri gösterilere katılmayı
reddettiklerim bildirdiler. 10 Mayıs akşamı 50.000 üniversite ve
orta öğrenim öğrencisi Paris’de gösteri yaptıktan sonra, polis ile
şiddetli çatışm alar oldu. Öğrenciler barış içinde Latin Ouarter'ı
işgal ettiler ve barikatlar kurdular. Özel polis birlikleri126 gaz ve
el bombası kullanarak o gece öğrencilere saldırdılar. Yüzlerce ki
şi yaralandı.
Bu ortam da Georges Seguy (anti komünist ‘sol’ tarafından
böylesine yerilen) CGT adına güçlü bir çağrıda bulundu:
82
olaylarım değerlendiren, işçileri mücadelelerini yaygınlaştırmaya
ve işverenler ile hüküm eti geri çekilmeye, işçilerin isteklerini karşı
lamaya zorlamak ve rejim in çöküşünü hızlandırmak için fabri
kalarda ve bulundukları yerlerde tüm yollan kullanmaya çağıran
bir çağrıyı dört milyon nüsha olarak yayınladı. Bu çağrının bir
yerinde şöyle deniyordu:
83
sinde kaldığını savunan Marcuse gibilerinin anlamadıkları, bu
nun önemli kitle hareketlerininin tamamiyle olağan gelişim biçi
mi olduğudur. Lenin ve Bolşevikler, 1905’de Sovyetler kurmayı
kendileri istememişlerdir. İşçiler yapmışlardır; ve bu, Lenin'in,
her zaman, sık sık değindiği üzere, hiç bir devrimci hareketin
tam am en planlayamayacağı örgüt ve mücadele biçimlerini ge
liştiren «kitlelerin yaratıcı girişimi» olarak adlandırdıklarının bir
anlatım biçimiydi. Herhangi bir siyasal partinin yüksek düzeyde,
önceden düşünülüp taşınılarak alınmış bir karannm değil, ken
di girişimlerinin bir sonucu olarak «içerde kalma»ya k arar ve
ren Upper Cilyde gemi yapım işçilerinin eylemi de aynı şeydi.
«Kitlelerin yaratıcı girişimi»ydi bir kez daha.
Seguy’un 17 Mayıs 1968’de CGT Gençlik kesiminin bir kon
feransında açıkladığı CGT’m taktiklerine burada değinmek ilginç
olacaktır:
«Renault işçileri, özellikle de dikkate değer etkilerden ve ha
rekete verdikleri yönden ötürü özel b ir çekim noktası olan Bou-
logne-Billancourt’takiler genel, süresiz grev ve fabrikaları işgal
k aran aldıklarından bu yana, çok önemli b ir aşamaya girmek
te olduğumuzu tam bir açıklıkla anladık... Renault, biçimi belir
ledi ve kanımca, iyi de oldu... Bizim için, Konfederal Büro’da,
Ulusal Konfederal Komite, hareketi daha ileriye nasıl götürece
ğini incelemelidir. Bu hareket temelde başlam ıştır... Şimdiki grev
lerin hepsi işçilerin b ir toplantısıyle, eylemin istekleri ve biçim
leri üzerine b ir tartışm ayla, genellikle işçilerin doğrudan denetimi
altındaki grev kom itelerinin seçimiyle başlam ıştır. Yani, eylem
lerinden ve kararlarından doğrudan doğruya işçilere karşı so
rum lu olan, hareketin önderliği ortaya çıkmıştır. Bu, işçilerin
mücadelesi için önerebileceğimiz en iyi yoldur. H er zaman, özel
likle de şimdiki durum da böyle olm uştur bu. Büyük gücümüz
bundan ileri gelmektedir.
«Elbette ki, bazı kişiler spekülâsyon yapacaklar ve 'CGT m
kitlelerce aşıldığı’nı, ‘her şeyin, CGT m önderliği olmadan, taban
dan olduğu’nu söyleceklerdir. Bunlar, örgütümüzün niteliği ya da
çizdiği görünge ve politika hakkında hiç b ir şey bilmeyen, hep
sinin ötesinde de —tamamiyle yanlış olarak— nerede olurlarsa
olsunlar ... bu gibi durum larda sorumluluk ve girişimciliklerini
gösteren CGT üyelerinin yeteneklerini ciddî olarak küçümseyen
kimselerdir... Hareketin, her zaman olduğu gibi, kendi çizgisi
üzerinde gelişmeye ve işçilerin kendilerinin denetimine bırakm a
mızın nedeni budur.
84
«CGT olarak, kendimizi bu denetime sunm aktan korkmamız
için hiç bir neden yoktur, çünkü bizim koyduğumuz sloganlar,
istekler ve k ararlar ile işçi kitlelerininkiler arasında b ir çelişki
olamaz.
«Bu, sorumluluklarımızın, işçilerin sendika yetkililerine grev
çağrısı için başvurmalarını beklemekle sınırlanacağı demek de
ğildir. Tersine, ileriye giden yolu göstermemiz gerektiğine inanı
yoruz; etken üyelerimiz, işçilerin mücadeleciliklerinin gelişmesi
ni yakından izlemeli ve koşullar olgunlaştığında CGT üyelerince
öneriler ortaya atılabilecek ve işçilerin onayına sunulacak biçim
de davranm alıdırlar. Zamanı geldiğinde taktiğimiz ve stratejim iz
grevi tabandan yaygınlaştırmaktır.»
Marcuse, Fransa'daki fabrika işgallerini ele alırken, işçilerin
«mevcut örgütlere, sendikaya olduğu gibi, partiye de» aldırma
dan «basitçe ilerledikleri»ni söylemektedir. Bu da, gerçekte olan
ların tamamiyle hoşlandığını göstermektedir, işçiler, CGT’a öy
lesine kayıtsızdılar ki, o dönemde katılanlann sayısı 400.000’i bul
du ve yüzlerce yeni Komünist Parti’si üyesi kazanıldı.
Marcuse şöyle de yazmaktadır:
85
îşçi sınıfının birliği ile mevcut ve potansiyel anti-tekelci güç
lerin geniş birliği sorunu anlaşılmadan Fransa’da 1968’de olan
olayların değerlendirmesini yapm ak olası değildir. Lenin, b ir ke
resinde, on m etre büyüklüğünde harflerle «BÎRLlK» sözcüğünü
yazmanın kolay olduğunu, ama onu kurm anın uzun, karm aşık ve
zor bir iş olduğunu söylemiştir.
Fransa, önemli ölçüde köylülüğün ya da küçük işletme sa
hiplerinin (yıkılmakla birlikte), çok sayıda küçük dükkâncının ve
genel olarak kent küçük burjuvazisinin olduğu b ir ülkedir. Onbeş
milyon işçi vardır, am a sadece dört milyon kadarı sendikalıdır
ve bunlar da, birkaç özerk sendika bir yana bırakılırsa, üç bü
yük sendika arasında bölünmüşlerdir.
1934 yılında Komünist Parti ile Sosyalist Parti bir birlik pak
tı imzaladılar. Ocak 1936’da, işçi sınıfının bu birliği, büyük ölçü
de köylülerce desteklenen Radikal Sosyalist Parti ve öteki grup
larla yapılan anlaşm alarla genişletildi; böylece Halk Cephesi or
taya çıktı. 1938’de, sosyalist, önder Leon Blum işçi sınıfının birli
ğini bozdu; Radikal Sosyalistler kaçtılar ve Halk Cephesi’nin so
nu geldi.
Sonra faşizm. Acı ve eziyetle birlik dersi yeniden bellendi.
Faşizm yenildi, am a milyonlarca insan acı çekti, binlercesi öldü.
Komünist Parti üyelerinden 75.000’ini yitirdi; faşizm öldürdü orb-
lan. O kadar çok şehit verdi ki, «idam edilenlerin partisi» diye
tanınır oldu.
Direnme sırasında kurulan anti-faşist birlik, 1945'de, Komü
nistlerin birkaç bakanlık aldığı birleşik koalisyon hüküm etinin
kurulm asını olası kıldı. Halk için önemli kazançlar elde edildi.
İşçiler, fabrikalarda daha çok hak kazandılar ve görece ileri bir
sosyal güvenlik sistemi kuruldu; her ikisinde de kom ünist bakan
ların önerilerinin önemli b ir payı vardı. 1948’de soğuk savaş başla
dığında, Sosyalist P arti’nin önderleri cepheyi bir kez daha bozdu
lar; hem sendikal, hem de siyasal alanda. Hüküm et değişiklikleri,
yükselen fiyatlar, Vietnam savaşı ve sonra Cezayir’deki savaş ile
kararsızlık dolu on yıl geçti. Onu de Gaulle’ün ve kişisel yöneti
minin on yılı izledi.
Bu kırk yıl boyunca, birliğin temel örgütleyicisi Fransız Ko
m ünist Partisi’ydi; kavram a yaygınlık kazandırdı; sabırla, karar
lılıkla-, beceriyle onu uygulamaya geçirmeye çalıştı. Ve 1968 ön
cesi dönemde, 1967 seçimlerinde, Gaulle’cülerin oyların yüzde 43’
ünü alm alarına karşılık, birleşik solun yüzde 47’sini a lm a s ın ın
özellikle gösterdiği üzere, çabalan belirli bir başanya da ulaştı»
86
Bu birliğin korunması ve daha da güçlendirilmesi, 1968 başla
rında hüküm ette köklü bir değişiklik konusunda büyük um utlar
yarattı.
Gericilerin tek şansı, işçileri bölmek, onları bağlaşıkların
dan ayırmaktı. Fransız büyük sermayesi ve de Gaulle, demokra
tik birliğin kendileri için yenilgi demek olduğunu biliyorlar
dı. Fransız yöneticilerinin, kurtuluşu halkın birleşmemesinde
aram ası ve bu amaçla bölücü her güce oynaması sadece man
tıksaldı. özel olarak da, halkı Komünistlere karşı çevirmeyi, Ko
münistleri tek başlarına bırakm ayı ve böylece işçi sınıfım ülke
nin gidişinde güçlü b ir sese sahip olm aktan alıkoymayı amaçla
dılar.
Solun birliğini daha da güçlendirmek için bir fırsat olması
gereken Mayıs-Haziran 1968 olayları, halkın hareketini yozlaştır
manın özrü oldu; ve bu bölücü saldırıların ortasında, b ir yan
da aşırı sol, öte yanda da 23 Haziran seçimlerini anti-komünist
bir korkuya dönüştüren de Gaulle ve Pompidou tarafından Ko
m ünistlere yöneltilen darbeler yer aldı.
Bu dönemin İngiliz basını alçakça yayında bulundu. 1967'de
İngiliz Komünistlerini deniz adam ları grevi, dok işçileri grevi,
Myton grevi ve Roberts Arundel mühendislik grevinde kınayan
Observer, Guardian, The Times, New S tat esman gibi gazeteler ve
başkaları, Fransız Komünistlerinin karşılaştıkları zorluklara, ye
terince m ilitan olmaması nedeniyle ağıt yaktılar. Fransız Komü
nist Partisi, de Gaulle'ün ve hüküm etinin çekilmesi çağrısında bu
lunduğunda, İngiliz basını bir Komünist-deGaulle bağlaşıklığından
söz etmekteydi. The Times127, Komünistlerin ve CGT'm basit ka
falı Fransız işçilerini «yönetim üzerinde baskı yapma yöntemi ola
rak değil», am a «‘Fabrikaların dışındaki sorumsuz ögeler’in bir
istilâsına karşı koruma» için fabrikaları işgale kandırdığını ciddî
ciddî açıklayan b ir makale yayınladı. Öte yandan, N ew Stat es
m an128 Komünist Parti ile CGT’m fabrikalara el koyan işçileri
«durduram adıklarını ileri sürdü. Parti işçileri fabrikalara kapat
mıştı; Parti işçileri fabrikalardan uzak tutamıyordu. H er iki mit
de, işçilerin yönetilebilecek ve böylece aldatılabilecek ahm aklar ol
duklarına dayanan, işçilere karşı duyulan öfkeden kaynaklanmak
tadır. Sadece işçi sınıfı örgütleri hakkında deneyleri olmayanlar
ya da işçilerin hareketini siyasal iktidar ve sosyalizm doğrultu
sunda desteklemeye niyeti bulunm ayanlar bu biçimde yazabilir
ler.
87
Fransa’daki 1968 olaylarının yarattığı öndegelen m itlerden bir
başkası da, Komünistlerin taktikleri sonucu b ir devrim ortam ı
nın kaçırıldığıydı. Marcuse, b ir kaza olarak, o zam anlar «bir dev
rim değildir» demişti. Ama, onun Kdmünistlere karşı duyduğu
düşmanlığı paylaşan başkaları, devrim olduğu görüşündeydiler.
Örneğin, The Economist (25 Mayıs 1968), «Öğrenciler Tarafından
Aydınlatılan, Komünistlerce Söndürülen b ir Devrim» gördüğünü
ileri sürmektedir. Cohn-Bendit, tipik abartm alarından biriyle, «Dev
let tamamiyle âcizdi» demektedir129.
Gerçekler bambaşkaydı. Önemli bir siyasal ve sınaî başkal
dırı olduğu kuşkusuz. CGT Başkanı Benoit Frachon’un açıkladı
ğı gibi, işçi sınıfı ile tekelci kapitalizm arasında yakın tarihler
deki ilk önemli karşılaşmaydı. îşçi sınıfının gücünün ve kararlı
lığının bu yüzyıl boyunca Batı’da tanık olunan en güçlü göste
rilerinden biriydi kuşkusuz. Ayrıca, biçimi ve amaçlanyle, olağan
bir sanayi eyleminin ötesine geçen b ir hareketdi. Fabrikaların
işgali, işçilerin kaslarım geleceğin savaşları için bükmelerinin bir
anlatım biçimi ve kişisel yönetime son verme ve böyle b ir deği
şim için destek sağlayacak yüzlerce halk komitesinin kurulması
nın eşlik edeceği gerçekten dem okratik bir hüküm etin yerini al
ması istekleri, işçilerin belirleyici kesimlerinin hükümeti değiş
tirmeyi istediklerinin açık bir göstergesiydi.
Ama bunların hepsi de bir devrim ortam ına eklenecek şeyler
değildir. Ücretli ve aylıklı işçilerin çoğunluğu hâlâ reform cu par
tileri, hattâ burjuvazinin partilerini desteklemektedir. Sanayi iş
çileri, Komünist P arti’nin güçlü destekleyicileriyseler de, beş mil
yon oy, ücretli işçilerin ve ailelerinin toplamı düşünülürse, hâlâ
azınlıktır. İkincisi, solun birliği konusunda 1967 yılında önemli
ilerleme sağlanmışsa da, Mayıs-Haziran 1968 olaylarının yanı sı
ra, Birleşik Sosyalist P arti’nin aşın spjl tavır alması ve Sol Fede
rasyon önderlerinin çekingenlikleri ve m anevralan nedeniyle, ula
şılan siyasal birliğin geçici olarak bozulmasıyle sonuçlanmıştır.
Bu durum, o olmadan rejim e karşı b ir zafer kazamlamayacak olan
Komünist Partisi’ne yönelik düşmanlığı kurcalayan aşın sol öğ
renci fraksiyonlann eylemleriyle kötüleştirilm iştir. işçilerin saf
larının ötesindeki katm anlar, özellikle sürekli barikat savaşları,
özel otomobillerin yakılması ve genel barbarlık gibi aşırı sol öğ
rencilerin taktikleriyle paniğe kapılm ışlar ve soğumuşlardır; da
ğılan küçük burjuvalar de Gaulle’ün kollanna düşmüşlerdir. Bu
nu 23 Haziran’da, grevin resmî bitim tarihinden sadece onbir gün
sonra yapılan oylama da doğrulamaktadır; Gaulle’cüler kazan
mışlardır. Seçim rakam ları, greve giden dokuz milyonun bir bö
lümü de dahil olmak üzere, çok sayıda işçinin Gaulle’cü adaylar
için oy kullanmış olduğunu göstermektedir; tıpkı sola karşı oy
kullanan kent küçük burjuvazisinin çoğunluğunun, aşırı solun ah
m aklıklarına karşı kendini korum a dürtüsüyle davranm ası gibi.
Böylece, Haziran 1968’deki sınıfsal güçler ilişkisi sosyal sis
tem in değişimine elverişli değildi. Dahası, Cohn-Bendit sayılmaz
sa, Devlet asla «âciz» durum da bulunmuyordu. Yönetimin büyük
bölümünün parçalandığını herkes kabul ediyordu, am a devletin
iki temel baskı silâhı, polis ve ordu, az ya da çok, el sürülmeden
duruyordu. Paris polisinin b ir kesiminin, göstericilerle çarpışma
da kullanılmaya karşı çıkması, polisin, kazanılmasını ve hareket-
sizleştirilmesini bir yana bırakın, tarafsızlaştınldığı anlam ına bi
le gelmez. îyi donatılmış ordu ise, harekete hazırdı, de Gaulle,
grev sürerken, anlaşm alar yapm ak için Batı Almanya’ya gitti. Pa
ris’in çevresine hazır tanklar yerleştirildi. Kuvvetler Komünist
P arti’nin ve L’H umanite'nin bürolarına yürümeye hazırdılar. İş
çiler silâhsızdılar. Bu koşullar altında, her türlü ayaklanm a ko
nuşması çocukluktu. Komünistleri «iktidarı alma»ya çalışmamak
la suçlayanlardan bazıları hızlı anti-komünist olduklarından ve
eğer Komünistler böyle b ir m aceraya kalkışsalardı kendileri açık
ça Komünistlere karşı olacaklarından, bazıları için belki de bir
anlamda çocukluk değil, am a yanlıştı.
Seguy, 13 Haziran 1968’de, CGT Ulusal Konseyi’ne verdiği
raporda bu sorunla uğraşm ıştır:
«Sınıf mücadelesinin bu keskinleşmiş koşullarında, bazı kuş
kulu kişiler, çoğunlukla dönekler, işçi sınıfının iktidarı alm a fır
satını kaçırdığımızdan, onur kırıcı b ir biçimde bizi suçladılar.
«Yani, böyle b ir fırsat için gerekli olan tüm askeri hazırlık
ları yaptıktan sonra, hepimizi kanla boğma um udunu beslediğin
den, de Gaulle’ün bizi yapmakla suçladıklarını yapmaya kalkış
mamızdan; her olayda, durum un böyle olduğunu düşünmek için
epey nedenimiz vardı.
«Gerçeği söylemek gerekirse, ayaklanma saatinin gelip gelme
diği, ne Konfederal Büro’da, ne de, herkesin de bildiği üzere, ger
çek durum ile kendi isteklerini karıştırm a gibi b ir ünleri olma
yan sorumlu, ciddî m ilitanlardan oluşan Yönetim Komiteleri’nce
asla tartışılm am ıştır...
«Hayır, grevdeki on milyon işçi130, işçi sınıfının iktidarını de
ğil, daha iyi yaşama ve çalışma koşullan istiyordu ve büyük ço
ğunluğu, kişisel iktidara dayalı rejim e karşı muhalefetlerini, de
89
mokrasiye bağlılıklarını, bir halk hüküm eti sloganı ile dile ge
tirmişlerdir.
«En başından sonuna dek, grev hareketine verdiğimiz hedef
ler ve önem böyleydi; bizim istediğimiz olduğundan değil, hare
ketin niteliği böyle olduğundan.
«Eğer, boş bir varsayıma göre, sendika rolümüzü bıraksay
dık ve bizi eleştirenlerin 'besleme' istekleri için tanım ladıkları
role, bir devrim karargâhı kurm ak ya da pis siyasal oyunlarda
yer alm ak için öfkeyle soyunsaydık, işçilerin CGT’a olan değerli
güvenlerini b ir anda yitirecektik.
«Ciddiyetimizi, yetkimizi ve sorumluluk anlayışımızı kabul
eden emekçilerin başka kesimlerinin sempatisini uzun b ir süre
için kaçırmış olacaktık.
«işçi sınıfının siyasal bakım dan en bilinçli kesimiyle birlik
te kendimizi de, acımasızca yıkılmadan kaçınm a gücü olmaksı
zın, soyutlamış olacaktık.
«Bırakın, 'sahte devrimciler’ ... yakılmamıza yardımcı olma
nın tadından kendilerini yoksun bıraktığımız için bizi suçlasınlar!»
Komünist P arti’nin izlediği politikayı açıklarken de Waldeck
Rochet şunları söyler131:
«Partimizin ve Genel Iş Federasyonu'nun belirleyici rol'oyna
dıkları işçi sınıfı hareketinin birliği ve gücü, büyük işverenleri
ve hükümeti, milyonlarca çalışanın, ücret artışlarından işyerinde
sendikal hakların tanınm asına dek uzanan önemli isteklerini kar
şılamaya zorlamaktadır. Ama tekelci yönetime bir son vermek ve
çalışanların ve tekelci olmayan öteki katm anların çıkarlarını tem
sil eden ileri b ir dem okratik sistemi yerine koymak olası değildir.
«Solcu eğilimleri önerenlerin değerlendirmelerinin tersine, sı
nıfsal güç dengesU günün düzeninin yerine sosyalist iktidarın he
men kurulmasını olanaksız kılmaktadır, ö te yandan, Gaulle'cü
iktidarı defetm ek ve sosyalizme giden yolu açan ileri bir demok
rasiyi kurm ak olasıdır. B u yakın olasılığı uygulamaya geçirme
de eksik olan, işçilerin ve dem okratik güçlerin birliğidir. (Yazarın
italikleri.)
«Komünist P arti’miz, Sol Partiler ve belli başlı sendikalar
arasında, yolu sosyalizme açan dem okratik bir seçenek için mü
cadelede, işçi sınıfı ile kentteki ve kırsal alandaki öteki anti-te-
kelci sosyal grupların gerçek bir bağlaşmasını olası kılacak ortak
bir dem okratik değişiklik programı üzerinde anlaşma sağlamak
için hiç b ir fırsatı kaçırmamıştır.
90
«Sosyalist önderler inatla reddetm işlerdir bunu. H attâ, anti-
komünizmin esinlediği maceracı girişimler üzerinde gizlice an
laşm ışlardır da.
«Durumu Gaulle’cü iktidar istism ar etm iştir. Solcu grupların
sorumsuz şiddet eylemlerinin meyvelerini toplayarak, işçi hare
ketini, özellikle Komünist P arti’yi polis ve ordu ile kanlı b ir ça
tışmaya bulaştıracak b ir plan üzerinde çalışmıştır. Gerekli güç
ler alârm durum una getirilmişlerdir.
«işçiler ile dem okratik güçlerin güçlü bir bağlaşması olmadı
ğından, gerici büyük burjuvazi, işçi sınıfı mücadelesini uzun
bir süre bastırm ış ve askerî bir diktatörlük kurm uştur.
«Partimiz, işçi sınıfına düşen sorumluluğun tam am en farkın
da olarak, sınıfsal düşm anlarının hesaplarını bozmuştur.
«Çalışanlara büyük ekonomik ve sosyal yararlar sağlamada,
demokrasi ve sosyalizm yolundaki siyasal savaşı sürdürm ek için
koşulları korum ada ve pekiştirm ede başarılı olmuştur.»
Komünistlerin hiç yanlış adım atm adıklarını ileri sürm ek de
gerçek dışı olacaktır. Gerçekte, Merkez Komitesi’ne verdiği 8-9
Temmuz 1968 tarihli raporda, Waldeck Rochet de bazı hataların
yapıldığına değinmiştir. Ama, 1968 olaylarında Komünistlerin stra
teji ve taktikleri özünde doğruydu; izlenecek tek gerçekçi politi
kaydı. 1965 yılında, askerî önderlere karşı sonuçsuz kalan b ir dar
beden sonra, en azından yarım milyon Komünistin ve başkaları
nın öldürüldüğü Endonezya felaketinin yinelenmesini önlemiş
tir; işçilere maddî ve dem okratik kazançlar sağlamıştır; genel
grevden sonraki b ir yıl içinde istifaya zorlanan de Gaulle’ü de
virme konusunda halkın isteğini artırm ış ve yalnız Fransız emek
çilerinin tekelci rejim i sona erdirecekleri yolu sol birliğe yeniden
açmak için b ir temel sağlamıştır.
f
İŞÇİ S I N I F I «B Ü T Ü N L E Ş M İŞ » MİDİR?
91
laşık yirmi yılı kapsayan «tüketim toplumu» burjuva deyimi dı
şında, savı için kesin hiç bir tarihsel çevre sağlamamaktadır.
Batı Avrupa ve Birleşik Devletler’deki işçi sınıfının yozluğu
na, «tutucu» ve «karşı devrimci» rolüne ilişkin savlarına sürekli
olarak önem vermesine karşın, son birkaç on yıl içinde işçi sını
fının gerçek mücadelesini, kapsamını ve niteliğim, isteklerini, et
kilerini ve tekeller ile hükümetlerin tepkilerini hiç b ir yerde çö-
zümlememektedir.
Kapitalist basının, sendikaların saygınlığım kırm ak ve grev
leri kısıtlamak amacıyle, işçi sınıfına karşı duygulan kışkırtm ak
istemesi ya da işçi sınıfı eyleminin, içerdeki görünümü, sessizli
ğin artık olasılı olamayacağı yoğunlukta bozduğu durum lar dışın
da, bu gibi faaliyetleri küçümseme eğiliminde olduğu kuşkusuz
doğrudur; onu da çarpıtm a izler.
1960’ların sonlannda, Marcuse’nin kuram lan ilk kez gün ışı
ğına çıkmaya başladığında, her öğrenci eylemi üzerine b ir san
sasyon yaratm ak, bunu düzene karşı mücadelenin tek ya da en
militan ifadesi olarak tanım lam ak ve işçi sınıfının çok daha önem
li kitle eylemlerini küçümsemek ya da tümüyle boşlamak için,
basın, elinden gelenin en iyisini yapmıştır.
Örneğin, Ekim 1968’de, Japonya’da, Troçki’ci b ir örgüt tara
fından yönetilen birkaç bin öğrenci Parlam ento’yu işgal edip, Tok
yo’daki merkezî tren istasyonunu ele geçirmeye kalkışmışlardır.
Her iki girişim de başarısızlığa uğramış, am a dünya ölçeğinde
yaygınlık kazanmış, haberlerin başında yer almıştır. Aynı günler
de 700.000 Japon işçisi caddelerde gösteri yapmış ve bir başka üç
milyon da, Vietnam’daki Amerikan savaşına karşı b ir saatlik grev
ler ve fabrika toplantılan düzenlemişlerdir. Bu son kitlesel eylem
lerin, ulusal ölçekte, b ir siyasal konuda, temel bir savaş ve ba
rış sorunu hakkında ve Vietnam halkının ulusal kurtuluş müca
delesi ile uluslararası dayanışmanın b ir anlatım ı olarak sanayi iş
çilerince yapıldığından, Japon işçi hareketi için tarihsel önemi
vardı. Ancak, basının öğrencilerin görece küçük eylemlerini ele
alışının tam tersine, işçilerin eylemleri birkaç satırla geçiştirilmiş
tir. Kuşkusuz bu tek örnek değildir. Mayıs 1971’de, birkaç bin
Troçki'ci ve Mao’cu P6re Lachaise mezarlığında gösteri yaptıkla
rında ve Maurice Thorez ile öteki eski Komünist önderlerin me
zar taşlarım pislediklerinde, İngiliz basını, ölü Komünistlere ya
pılan bu barbarca hakarete değinmeksizin, gösteriyi yazmıştır;
ama, Fransız Komünist Partisi’nin b ir çağnsı üzerine 100.000’i
aşkın b ir kalabalık yanıt verdiğinde, aynı basın bunu boşlamıştır.
92
Basının böyle davranması kuşkusuz şaşırtıcı olmayacaktır;
bundan ötürü de, dünyada neler olup bittiğini büyük ölçüde ba
sından ya da televizyondan öğrenen çoğu insanın bu bozulmuş
resmi kabul etmesi anlaşılır b ir davramşdır. Ama Marcuse, iıc
olağan bir gazete okuyucusu, ne de bitkisel b ir televizyon izleyi
cisidir; dünyaca ünlü bir akademisyen, çağdaş toplumdaki eği
limleri yargılarken tarihsel gerçeklerin değerim bilmesi gereken
birisidir. Üstelik, sadece belgelere dayanan ya da kendi düşüncele
rinin yalnızlığına sarılan) bir fildişi kule akademisyeni de değil
dir. Hepsinin ötesinde, Amerika Birleşik Devletleri S tratejik Araş
tırm alar Bürosu’nda da çalışmıştır. Bu nedenle, dünyadaki yeri
ni bilmesi gerekir ve gerçekten işçilerin mücadelesine ilişkin hiç
bir şey bilmediğine inanm ak zordur. Ama öyleyse, gerçekten ger
çeklerden habersizse, o zaman da işçilerin toplumdaki rolüne
ilişkin görüşlerini değerlendirmeden önce daha çok alçakgönül
lülük göstermesi gerekirdi. Öteki olasılık, yani işçi sınıfının faar
liyetinin büyüklüğünden haberli olması durum u ise, şu soruyu
akla getirm ektedir hemen; Öyleyse onu neden boşladı? Gerçek
yanıtı sadece Marcuse’nin kendisi verebilir, ama biri çıkar da,
itici gücünün siyasal olduğunu ve onun a priori siyasal görüşle
rinin konuya bilimsel olarak yaklaşmasını ve fiilî gerçekliğe dar
yanmasını engellediğini düşünürse, biraz zor eleştirilebilir. Siya
sal görüşleri, ne çağdaş toplumun bilimsel bir incelemesine, ne
de böyle bir incelemeden doğru sonuçlar çıkarmasına bir engel
olmamalıdır. Ama, gerçekte tartışılan sorunun can alıcı noktası
nı oluşturan belli başlı olgular, kasıtlı olarak, yokmuşçasına bir
yana itilirlerse, doğru b ir değerlendirme yapılamaz.
Avrupa’da devrimci mücadelenin Cohn-Bendit ve T ank Ali'
fıin görünmesiyle başladığım düşünür görünenlere, bu yüzyılın ba
şından bu yana, kapitalizme karşı verilen devrimci mücadelelerin
Avrupa’yı sarstığını, gerçekte sürekli olarak yetmiş yıldır süre
geldiğini, katılanlann öndegelenlerinin, istisnasız, yüzbinlercesinin
demokrasi ve sosyalizm davasında canını veren işçiler olduğunu
söylemek yararlı olacaktır.
1905 Rus Devrimi; 1916’da İrlanda’daki Paskalya Ayaklanması;
Rusya’da Şubat ve Ekim 1917 devrimleri; 1918’de Almanya, Avus
turya ve Finlandiya’daki başkaldırılar; 1919’daki Macar devrimi
ve cumhuriyet; aynı yıl içinde Bavyera ve Slovak Sovyet cumhu
riyetleri; 1920’de İtalya’da büyük fabrika işgalleri; 1923’de Bul
garistan’daki ayaklanma; 1923 Hamburg ayaklanması; 1924 yılın
da, Fas’daki savaşa karşı Fransa'daki ülke ölçeğindeki hareket;
93
1926 İngiltere genel grevi; 1927’de Viyana’daki ayaklanma; 1929
yılında Berlin’deki kanlı 1 Mayıs savaşı; 1931’de İspanyol m onar
şisine karşı devrim; 1932-1933’de, Almanya'da Nazizmin yükseli
şine karşı birÇok şekilde kitle direnmesi; 1934’de Viyana’da işçi
lerin silâhlı mücadelesi; 193-»’de Ispanya’da, Oviedo’da madencile
rin ayaklanması; 1934’de Fransa’da anti-faşist sokak savaşları;
Mosley faşistlerine karşı Londra’da, Cable Street’de savaş; 1936-
1939 İspanya savaşı ve Uluslararası Tugayın katılması; Avrupa’da
1939-1945 arasında anti-faşist direnme132; Yunan halkının 1944’de-
ki silâhlı mücadelesi ve 1946-1949’da ikinci Yunan direnme sava
şı; 1945’den 1948’e Doğu Avrupa’da iktidarın çalışanlar tarafından
almışı. Daha önce de değinildiği üzere, bu görkemli mücadelelerin
her biri, gerçekte devrimci eylemler, en ileri nitelikte sınıfsal ey
lemlerdi ve istisnasız hepsinde, önderliğin yanı sıra, katılanlann
büyük çoğunluğu da, çoğu durum da Komünist P arti tarafından
yönetilen işçi sınıfmdandı.
Eğer son yirm i yıl içinde, Batı Avrupa daha az dram atik ge
lişmelere —ne önemli silâhlı çatışm alar, ne de ayaklanm alar— tar
nıklık etmişse, bu işçi sınıfının edilgenliğim ya da kendini kapi
talist sistemle uzlaştırdığını göstermez. Mücadelenin biçimleri de
ğişebilir, içeriği ve önemi değil ve son yirm i yıl içinde, Batı Av
rupa oyununun öndegelen yüzü, işçi sınıfının artan örgütlenmesi,
sendika üyeliğindeki artış ve grevler dahil olmak üzere sanayi
mücadelelerinin ve kitle gösterilerinin kararlı bir şekilde yaygın
laşması ve kapitalist sisteme giderek daha çok meydan okuma
olm uştur kuşkusuz.
1919 ile 1939 yıllan arasında, ileri sanayileşmiş kapitalist ül
kelerdeki grevlere toplam olarak 74.500.000 işçi katılm ıştır. (Tüm
kapitalist dünya alındığında bu rakam 80.800.000 olmaktadır.) Sa
vaşı izleyen onyedi yıl içinde, yani 1946-1963 döneminde, ileri ka
pitalist ülkelerde greve katılan işçilerin sayısı 224.800.000’den az
değildir; üç katm dan çok bir artış dem ektir bu. (Tüm kapitalist
dünya için bu rakam 259.500.000’dir.) Batı’m n sanayileşmiş ülke
lerinde 1965 yılında 20 milyon, 1966’da ise 28 milyon grevci olmuş
tur. O zamandan bu yana, İtalya’da, özellikle 1967-1969 dönemin
de, büyük grev eylemleri, Fransa’da Mayıs-Haziran 1968 olayları
ve İspanya, İngiltere, Batı Almanya, Hollanda ve Isveç’de büyük
grev eylemleri olm uştur. 1960-1970 arasındaki on yıl içinde tüm
kapitalist dünyada grevlere katılan işçi sayısı yaklaşık 425 mil
yondur.
94
Batı Avrupa’da (ve bu anlam da Japonya’da) savaş sonrası grev
lerin önemli bir özelliği, belirli b ir fabrikanın sahibine karşı yü
rütülen, daha yüksek ücret ya da daha iyi koşullar isteyen mü
cadelelerle sınırlanmamış olmalarıdır. Giderek daha çok konuyu
içermektedir: Sendika hakkı, kısa çalışma haftası, daha uzun üc
retli izin, daha iyi emekli maaşı ve sosyal güvenlik, sendikaların
savunması. Genel grev ya da ülke ölçeğinde önemi olan grev ey
lemlerinin sayısının da artm ış olması önemlidir. 1960-1965 ara
sında 160’dan çok genel ya da ülke ölçeğinde grev eylemi olmuş
tu r kapitalist dünyada.
Bunların hepsi, işçilerin sistemle «bütünleşm ediklerini, günr
begün onunla savaştıklarım gösteren bol sayıda kanıttır; ve ger
çek, bu büyük grev mücadelelerinde, sistemin işleyişinde temelden
değişiklikler, ana sanayilerin millileştirilmesi, büyük tekellerin gü
cünün sınırlanması, sanayiin işleyişinde işçilere daha çok söz hak
kı için yükselen istekler de, özellikle İtalya, Fransa, Japonya, İs
panya ve Finlandiya’da, Komünist Parti üyelerinin, oylarının ve et
kisini artmasıyle kısm en belirlenen işçilerin siyasal bilinçlerinin
arttığını gösterir.
İtalyan işçilerinin grev mücadelelerinin yaygınlığı ve önemini,
Parlam enter mücadeleyle ilişkilerinin ve sosyalizm yolunda iler
lemek için bu her iki mücadele biçiminin önemini, İtalyan Komü
nist Partisi Genel Sekreteri Enrico Berlinguer çok iyi belirtm iştir:
95
de, seçimlerden sonra, çalışanların mücadelesi daha geniş bir
ölçeğe, daha ileri b ir m ilitanlık düzeyine ulaşm ıştır. 1968’de,
grevde geçen saat sayısı, 69 milyonu aşarak son yıllardaki en
yüksek düzeye çıkmıştır. Şimdi de, 1969’un ilk iki ayında, 44
milyonu aşkın grev saati kaydedilmiştir...
Halk kitlelerinin oluşturduğu cephenin öncüsü olan işçi sını
fının eylemleri yüksek ücret istekleriyle sınırlı kalmamıştır.
Çalışanların, fabrika ve büro içindeki ve dışındaki sosyal, in
sanlık ve yurttaşlık sorunlarını da kucaklam aktadır. Daha ge
niş pazarlık haklan, yeni sendikal ve siyasal haklar, çalışma
saatlerinin büyük ölçüde azaltılması, emeğin çalışmasının de
netimine ilişkin çeşitli yollar, sağlık koşullanm n iyileştiril
mesi ve fabrikalar ile işyerlerinde toplantı yapm a hakkı için
yürütülm ektedir mücadele.
özünde, sınıfsal güç dengesini değiştirmek için yapılan bir
m ücadeledir bu. Kitleleri harekete geçirme, siyasal yaşantıya
katılm alan, demokrasinin geliştirilmesi doğrultusundaki eği
limlerle gösterilmektedir... Ç alışanlann mücadelesi, ekonomi
de ve devlet sisteminde yapısal değişikliklere ilişkin sorunla
rı giderek ön plana getirmekte ve işçi sınıfı ile öteki çalışan-
Iann, devletin ve ulusal yaşantının yönetimini ele alm alan
gereğini daha somut olarak göstermektedir. H er geçen gün,
çok sayıda emekçi, İtalya’nın ekonomik, sosyal ve kültürel
ilerleme ve demokrasi yolundaki belli başlı sorunlannın an
cak toplumun yeniden kurulmasıyle, başka deyişle, sosyalist
devrimle çözümlenebileceğini kavram aktadır183.
96
no'nun salonlarında dolaşmasının nedenidir bu». Marcuse’nin, Ba
tı Avrupa’daki işçi sınıfına ilişkin genel küçültücü tahmininden
çok daha gerçeğe yakındır bu kuşkusuz.
İtalya’daki bu deneyler, Marcuse’nin, İtalya’daki gibi, Komü
nist Partilerin «parlam enter oyum a dayanan ve «Sosyal Demok
rasiye doğru giden», «radikal olmayan» bir yasal muhalefet oldu
ğu suçlamasını çürütmektedir. «Sınıf mücadelesi hafifletilmiştir»,
«toplumdaki eski uzlaşmazlıklar yumuşatılmıştır» ve «siyasal mu
halefetin —işçi sınıfı muhalefeti— daha yavaş gelişmesi yönünde
belli .bir eğilim vardır» değerlendirmelerini de yalanlam aktadır135.
İşçi smıfı mücadelesinin kanıtlanyle karşılaşan bazı Yeni Sol
yorumcular, grev eylemlerini önemsiz gibi, hattâ devrimci geliş
meye karşı b ir tehlike olarak göstermeye kalkışmışlardır.
98
de bile, reform cu önderlerin durum larım sarsan başka eğilimle
rin gelişmekte olduğunu boşlam ak yanlış olacaktır. Vietnam sa
vaşı gibi belirleyici b ir sorun hakkında sendikalar başlangıçta
yavaş hareket etmişlerdir. Ama, son beş yıl içinde, Amerika Bir
leşik Devletleri’nin tecavüzüne karşı ve ABD birliklerinin çekil
mesi lehine seslerini giderek yükseltmeye başlam ışlardır138. Sa
dece beş milyonluk işçi Eylemi için Bağlaşma (otomobil işçileri,
kamyon şoförleri ve kimya işçileri) savaşa karşı ortaya çıkmış
değildir; birçok sendikanın önderlerinin ve yerel örgütlerinin ya
nı sıra ALF-CIO’nun Amerikan Birleşik Giyim işçileri, Birleşik
Mezbaha işçileri ve Amerikan Basın Loncası gibi birlikleri de kar
şı çıkmışlardır. Protesto yayınlarla sınırlanmamış, son yıllarda,
özellikle 15 Ekim 1969’daki Anma Günü ve 15 Kasım 1969’da
Washington’da yapılan kitle yürüyüşü gibi büyük gösterilere bin
lerce işçi ve sendikacı katılm ıştır. O zamandan bu yana, 22 birlik
önderi dahil, 123 sendikacının imzaladığı ve 25 Şubat 1970 tarihli
Vfashington Post’da yayınlanan bildiride kısmen değinildiği üze
re yığınla sendikacı savaşa karşı çıkmıştır. «Hem silâh, hem de
tereyağımız olamaz, olmasını da istemiyoruz» denilen bu demeç,
daha önce savaşa karşı çıkan bildirilere oranla daha çok sendi
kacı tarafıdan imzalanm ıştır ve daha çok sendikayı kapsamak
tadır.
Bu gelişmenin ürünlerinden biri, gerek savaş aleyhtarı faa
liyetler konusunda, gerek işçilerin grev mücadeleleri ile demok
ratik haklar için öğrenci savaşımına ilişkin öğrenci-işçi birliğinin
birçok biçiminin kurulm ası olm uştur139.
Marcuse’nin ve onu izleyenlerin işçi sınıfına ilişkin savları
karşısında Amerikalı toplumbilimcilerin ve siyasalbilimcilerin bul
gularına değinmek ilginç olacaktır. Harlan Hahan’m Dissent (Ma-
yıs-Haziran 1970)de yayınlanan «Mavi Gömlekli işçiler Arasında
Güvercin Duygusu» başlıklı bir makalesi, Vietnam savaşına iliş
kin olarak yapılan yerel referandum ların çözümlemesi gibi, ulu
sal incelemelerin de «her referandum da savaşa karşı verilen oy
ların yukan-smıf katm anlar yerine işçi sınıfında yoğunlaştığı»nı
gösterdiğini belirtm ektedir, ilgili incelemeler 1964 yılından bu ya
na yürütülm üşlerdir ve ABD’nin tüm birliklerinin Vietnam’dan
tam am en çekilmelerini destekleyenlerin büyük çoğunluğunun or
ta öğrenim yapmadığı ve 5.000 doların altında yıllık geliri olduğu
gerçeğini göstermektedirler. Bulgular, giderek savaşa daha çok
karşı çıkanların özellikle «mavi gömlekli işçiler» olduğunu göster
m iştir. Bu, kilte iletişim araçlarında, ABD’nde Vietnam savaşına
99
/ karşı yürütülen, protesto hareketinin, temelde öğrencilerin, orta
sınıfın ve serbest meslek sahiplerinin bir olayı olduğuna inandı
rılan çoğu kişiye şaşırtıcı gelebilecektir. Bu da çağdaş mitlerin na
sıl yaratıldığına bir başka örnektir ve Marcuse’nin kuram ları da
kuşkusuz bu gibi m itlere güvenmektedir.
Öyleyse, ileri kapitalist ülkelerdeki, özellikle de ABD’ndeki
işçi sınıfının, ekonomik yararların ve ideolojik baskının b ir bile
şimiyle, um utlarını ve yaşama düzeyini mevcut kapitalist sistem
ile özdeşleştirme yolunda kazanılabileceğine ilişkin Marcuse’nin
uyarısında doğru hiç bir şey mi yoktur? Bu soruna aldırmamak
tamamen yanlış olacaktır. Günümüz koşullarında bir dizi yeni
koşula göre işlemekteyseler de, kuşkusuz yerli bir şey değildir
bu. işçi sınıfı hareketini, kapitalist sistemden daha iyi koşullar
elde etmekle sınırlayan, am a sistemin kendisine karşı çıkmada
ve yenilgisi için çalışmada başarısız olan reform cu eğilim, ileri
kapitalist ülke işçilerinin son yüz yıl boyunca karşılaştıkları te
mel sorun olm uştur kuşkusuz. Temelde, bu ülkelerde, bu kita
bın ana uğraşısı olan solculuğun çeşitli görünüşlerinden çok da
ha büyük, temel ve sürekli bir sorundur bu.
Marcuse, kapitalistlerin hizmetindeki çağdaş kitle iletişim
araçlarının büyük propagaüda gücüne dikkatimizi çekmekte hak
lıdır. Büyük tekellerin, ekonomik ödünler ve ideolojik koşullandır
m a ile proletaryanın geniş kesimlerini, inanç ve yaşama biçimi
nin kapitalist sistemin sürmesine bağlı olduğuna kandırm ası üze
rinde durması da doğrudur. Ancak, bunları görmek, sorunun sa
dece b ir yanını, üstelik onu da çarpıtılmış bir biçimde görmek
demektir.
Sosyalist ülkelerin ilerlemesi, ulusal kurtuluş hareketlerinin
meydan okuması ve kendi işçilerinin muhalefetiyle karşılaşan dün.
ya kapitalizminin derinleşen bunalımı, Marcuse’nin kabul etme
diği bir gerçektir. Karşı çıktığını ileri sürdüğü kapitalist siste
me sınırsız inancı var görülmektedir. Sistemin, bir kesimi, hat
tâ b ir zaman için işçilerin çoğunluğunu satm alma ve aldatm a ye
teneğinin sınırsız olduğunu düşünür gözükmektedir. Tüm kabada
yılıklarına ve görünüşteki militanlıklarına karşın, yiğitçe sözcük
leri, gerçekte, kapitalizmin her şeye yeten gücüne ve işçi sınıfının
yeteneksizliğine karşr b ir kederi ve kötüm ser inancı yansıtırlar.
Marcuse, Lenin’e karşı çıkarak, işçi aristokrasisinin, artık iş
çi sınıfının azınlığım değil, «büyük çoğunluğu»nu oluşturduğunu
savunur. Burada birbirinden tamamen farklı iki şeyi karıştırm ak
tadır. işçi aristokrasisi, özellikle ABD'nde ve ifadesini de özellik-
100
Ie Amerikan sendikal hareketinin tavanındaki yoz çevrelerde bu
lan, işçi hareketinin içindeki güçlü b ir etm endir kuşkusuz. An
cak, bu önderler tarafından geçici olarak kandırılanı onlarla öz
deş görmek, yalnızca böyle b ir durumda, devrimcilerin temel tak
tik görevlerini, yani hâlâ reform culuktan etkilenen işçi kitlesini
kazanmayı, sağ kanat işçilerin, işçi aristokrasisinin ideolojik bas
kısını kırmayı ve işçi kitleleri devrimci yola döndürmeyi kavra
m ada b ir yeteneksizliğe yol açar. ABD’nda hâlâ işçilerin çoğun
luğu yüksek ücretler ve başka ödünler elde etmekle mücadeleyi
sınırlam ak görüşüne sahipseler, devrimcilerin görevi, onları lâ-
netleyip arkalarım dönmek değil, ufuklarım genişletmek, onlara
sosyalist anlayış vermektir.
Lenin, artık kendilerine karşı inançları olmasa bile, işçilere
inanç beslemenin her zaman için gerekli olduğunu söylemiştir.
Zamanın sınamasından geçildiğinde, kapitalist ülkelerdeki işçi sı
nıfının iki temel eğilimi barındırdığı, her zaman için Marksizmin
bir görüşü olmuştur: Sistemi kabullenen ile yıkılmasına çalışan;
kısacası, reform cu eğilim ile devrimci eğilim.
1917’den sonra, kapitalist ülkelerdeki işçi sınıfı hareketlerin
deki devrimci eğilim, büyük ölçüde Komünist Partilerde biçim
lenmeye başlam ıştır. Devrimci hareketin öteki kesimleri komü
nist safların dışında kalm ışlardır ve günümüzde kapitalist siste
me meydan okuyanların bazıları da Komünist Partilerinde değil
dirler. Ama bu, bu Komünist Partilerin, kapitalist ülkelerdeki iş
çi sınıfı hareketindeki devrimci eğilimin öndegelen ifadesi, en
tutarlı, uzak görüşlü, bilimsel, örgütlü ve özverili kesimi olmuş
ve hâlâ da olm akta olduğu gerçeğim değiştirmez. Geçen elli yıl
içinde, kapitalist dünyadaki belli başlı işçi sınıfı ve devrimci mü
cadeleleri yönetenlerin temelde bu partiler olmasımn nedeni de
budur. Ve daha yakın zamanlarda, Fransa'da, İtalya’da, Ispanya’
da, Japonya’da ve de Ingiltere’de reform cu görüşlerin dayanağı
nın zayıflamış ve işçi hareketlerinin daha sol b ir eğilime kaza
nılmış olması da, işçi sınıfının gerici bir kitle olmadığının;
iki eğilimin, reformculukla devrimciliğin bir çatışm a alanı, ge
leceğin dalgası olan devrimin, günümüzde büyük ilerlemeler yap
ma ve yarın daha da büyük ilerlemeler yapacak olma yeteneğini
gösterdiği b ir çatışm a alanı olduğunun canlı kanıtıdır.
' Ama Marcuse bunu kabul edemez; dahası, bilmesi gerekenin
bu yüzyılın gerçeği olmasına karşın, onu da teslim edemez. Böyle
yapmakla, işçi sınıfına ve komünizme karşı savlarının tümünü
101
yıkacaktır çünkü. Ancak, savlarım korum ak için gözlerim gerçek
lere kapayan birisi, bilim adamı olduğunu da ileri süremez.
102
neksel dokuma, deri, ağaç, hattâ m etalin yerini sentetikler almış,
otomobil ile uçak da demiryolunun yerine geçmişlerdir. Gıda sa
nayiinde im âlat süreci büyük ölçüde gelişmiş, kimyasal madde
ler her yönde yaygınlaşmıştır. '
Değişikliklerin boyutları aşağıdaki çizelgede görülmekteı
103
ve sınırlı sayıda nitelikli işçi, en basit işlemleri yapm aktan baş
ka bir şey olmayan dar bir uzmanlığa sahip y an nitelikli işçile
re yerini bırakm ıştır. Y an nitelikli işçi sayısı hızla artm ış ve
1940’larda ABD’ndeki tüm işçilerin yansı bu kategoride yer alır
olmuştur. Aym zamanda, özel donanımın ve büyük ölçekli fabri
kasyon üretim in girişi, koruyucular, gözlemciler, âlet yapanlar ve
formen gibi daha ileri nitelikli kategorilere gereksinme duymuş
tur. Ancak, bu son kategori öncekinden küçüktü. Bundan ötürü,
nitelikli işçi sayısında görece b ir azalma görülmektedir bu dö
nemde.
Otomasyonun, elektroniğin ve sibernetiğin gelişimi, yeni mes
lekler yaratarak ve beceri yapısını değiştirerek işçi sınıfının bile
şiminde yeni değişikliklere neden olmuştur. Kol emeğine daya
nan birçok geleneksel iş ortadan kayboldu; bazı eski işler deği
şime uğradılar ve yeni özellikler ortaya çıktı. Nitelikli işçilerin
büyük bölümünü kullanan eskiden kurulu işler giderek ortadan
kalktı. İnşaatta, tekbiçim parçaların kitlesel üretim i, marangoz
lar ile duvarcılann sayısını azalttı. Mühendislikte, kazancılara
karşı talep azaldı. Dokumada daha az bükücü ve dokuyucuya
gerek duyuldu. ABD Çalışma Bakanlığı’nm, yığınla meslek hak
kında bilgi veren b ir el kitabının 1965 baskısında yer alan 22.000
mesleğin içinde, önceki baskının tarihi olan 1949’dan bu yana
6.432 yeni mesleğin eklendiği, 8.000 kadanm n da ortadan kalk
tığı görülmektedir.
Otomasyon, gerek duyulan beceri sayısında büyük bir artış
demek oldu. Bu da, otomasyonun en ileri Olduğu ABD’nde en
çarpıcı biçimde görülmektedir. 1950 ile 1960 arasında radyo-elekt-
ronik dalındaki elektrikçi ve uzman sayısı yaklaşık sekiz kat art
mıştır. Otomasyon, aynca, bakım ve onanm için de çok sayıda
insana gerek duymaktadır, örneğin, Fransa’da, Renault’da, oto
m atik bölümlerde çalışan her iki makine operatörüne onanınla
uğraşan bir kişi düşmektedir; bu oran, otom atik olmayan bö
lümlerde, sekize birdir. Otomasyonun olağanüstü bir düzeyde ol
duğu Amerikan petrol işleme sanayiinde, onanm cı ile makine
operatörü arasındaki oran bire birdir.
Teknik ilerlemenin yol açtığı bir başka değişiklik, eskiden
özel becerisini mükemmelleştirmekle yaşamını geçiren işçinin,
şimdi mesleğini bir kereden çok değiştirmeye hazırlıklı olması
gereğidir. Bunun bir sonucu, işçinin daha genel b ir öğrenim ve
daha çok uzmanlaşmış eğitim sahibi olmasının gerekmesidir. Ye
ni tü r beceriler daha az kol ustalığına ve fiziksel emeğe, daha
104
çok genel öğrenime, teknik yeteneğe, bilgiye ve karar verme ka
pasitesine dayanmaktadırlar. Yinelenen tekdüze işlemlerde istih
dam edilen y an nitelikli ustalar, en kolay biçimde otomatikleşti
rilecek olan işlem türleri bunlar olduklanndan, öncelikle işten
çıkanlm aktadırlar. Öte yandan, elektronik, hidrolik, hava basın
cı, v.b. konularda bilgisi olan ve otom atik bakım ve onanm bi
rimlerince kullanılan yüksek nitelikli işçiler yeni süreçler tara
fından artarak aranm aktadırlar.
Ancak, kapitalizmde basit bir düz çizgi süreci değildir bu. Bi
rincisi, kapitalist devlet, işçi sınıfına, nitelikli bir meslek öğre
timi ile birleşik geniş b ir temel eğitim vermek için gerekli fon-
la n sağlamaya o kadar çok istekli değildir. İkincisi, bu konuda
en ileri ülke olan ABD’nde bile, otomasyona geçiş hâlâ tam ola
rak tam am lanm am ıştır. Otomasyona geçişin yanı sıra taşıyıcı sis
tem de sürmektedir. İşverenler, genellikle, yinelenen işleri yapa
cak belli sayıda makine-el çalıştırmaya devam ederken otomas
yona kısmen geçmeyi daha kârlı bulm aktadırlar. Kısmî otomas
yon niteliksiz emeğin nitelikli emeğin yerini alması ile sonuçlan
m aktadır sık sık.
ABD’nde otomasyona geçişin eşitsizliği ve işçi sınıfının yapı
sı ile becerisi üzerindeki karm aşık etkisi, 1960 yılında, Amerikan
metal işleme sanayiinde yapılan bir soruşturm ada gösterilmiştir.
Otomasyona geçilen fabrikalann yüzde 25’inde makine operatö
rünün becerisi artm ış, yüzde 27’sinde ise azalmıştır. Fransa’da
yapılan benzer b ir soruşturm a, işletmelerin yüzde 80’inin otoma
tik makineleri işletmek için becerisi az kişileri çalıştırm akta ol
duklarını göstermiştir. Burada boşlanamayacak olan bir etmen,
ücret oranlannı düşük tutm ak amacıyle, tekelci şirketlerin yeni
meslekleri niteliksiz ya da yan-nitelikli olarak sınıflandırm a eği
limleridir.
Bu etmenlere karşın, istatistikler, nitelikli işçi oranm da yavaş
bir artm a, niteliksizlerde ise b ir azalma olduğunu gösterme eği
limindedir. ABD’nde tüm işçilerin ortalam a eğitim sürelerinin
105
1948’de dokuz yıl iken, 1964’de 10,7 yıla çıkmış olması, niteliksiz
işçilerde bile, aynı dönemde, sekiz yıldan 9,3 yıla çıkması olgusu
önemlidir ve gelişmiş kapitalizmin daha iyi eğitilmiş bir işçi sı
nıfını hizmetinde bulmaya karşı gereksinmesinin arttığını açıkça
belirtmektedir.
Kapitalist ülkelerde, bilimsel ve teknolojik, devrimin ek bir
sonucu da vardır: İşsizlik. Kapitalizmin içsel çelişkilerinin ve iş
çi sınıfının mücadelesini zayıflatmak için bir yedek ordu yarat
maya yönelik kasıtlı politikasının yarattığı 'olağan' işsizliğin ya
nı sıra, rasyonelleşmedeki önemli hızlanma ve makinenin insanın
yerini alması gözlenmektedir. Üretim sınırlı sayıda fabrikanın
elinde toplaşmakta, atelyeler kapanm akta ve işçiler, başka bir
işe geçme seçenekleri ve başka işler için eğitim görme olanakları
olmaksızın, işten çıkarılm aktadır. İşsizlik yalnızca ne geleneksel
sanayileri, ne de niteliksiz ya da okulu yeni bitirenleri etkileme
mekte, nitelikli işçiler ve teknisyenler de kendilerini işten çıkmış
bulm aktadırlar. Gene de, sanayileşmiş kapitalist ülkelerdeki işçi
sınıfının büyümesini durduram am ıştır bu.
İleri kapitalist ülkelerin hepsinde, yirminci yüzyıl içinde, işçi
sınıfı ordusunda önemli b ir sayısal büyüme olmuştur. Bu sayısal
artışın yanı sıra, eğitim ve beceride de ilerleme vardır. İşçi sını
fı mn bu niceliksel ve niteliksel büyümesi, toplumun temel üre
tim gücü olan proletarya için bilimsel b ir dünya görüşü edinmek
vc gerek toplumda, gerek siyasal yaşamda daha büyük b ir rol oy
nam ak için yeni koşullar yaratm aktadır. Bu ne kendiliğinden ola
caktır, ne de bu gelişmeye eşlik eden sosyal yararların tüm ün
den yararlanan daha nitelikli ve eğitim görmüş b ir işçi sınıfını,
Marcuse’nin çağdaş kapitalizmin ürettiğine inanır göründüğü edil
gen, tutucu, beyni yıkanmış, makine arayan geri zekâlılar ordu
suna otom atik olarak dönüştürecek çelikten herhangi b ir yasa
vardır.
106
gücünün, öteki kesimleriyle karşılaştırıldığında, görece ve mutlak
olarak sayısal büyümeleridir.
107
ABD’deki im alât sanayiinde, üretim e doğrudan katılan işçilerin
oranı 1952’de yüzde 72,7 iken, 1961’de yüzde 66,5’e düşmüş; mü
hendis, teknisyen, büro m em uru ve satış elemanı oranı ise yüz
de 20’den yüzde 25’e çıkmıştır. Amerikan im alât sanayiinin istih
dam ettiği işgücünde yüzde 3,4 oranm da b ir artışın görüldüğü bu
dönemde, mühendis, teknisyen ve uzman sayısındaki artış yüzde
75,2; satış elemanlarındaki artış yüzde 25,8 ve büroda çalışanlar
da yüzde 9,8 olmuştur.
Mühendis ve teknik eleman oranı, yeni sanayilerde özellikle
çarpıcıdır; Batı Almanya’daki elektrik mühendisliği sanayiinde
yüzde 26’ya, kimya sanayiinde ise yüzde 32’ye ulaşm ıştır. Ame
rika Birleşik Devletleri’nde, kimya ve atom sanayileriyle ilgili
oranlar, sırasıyle, yüzde 50 ve 60’dır.
Amerika Birleşik Devletleri’nde, 1947 ile 1965 yılları arasında,
mavi yakalı işçi sayısı dört milyon azalırken, beyaz yakalı işçi
sayısı 9,6 milyon artm ıştır. 1965 yılında, toplam ın yüzde 44,5’ini
beyaz yakalı işçiler, yüzde 12,9’unu hizmet işçileri, yüzde 36,7’si-
ni mavi yakalılar ve yüzde 5,9’unu da tarım işçileri oluşturm ak
taydı.
Aynı düzeye öteki öndegelen kapitalist ülkelerde daha ulaşıla
mamışsa da, eğilim aynıdır.
Mavi yakalı işçi sayısındaki düşüşle karşılaştırıldığında, be
yaz yakalı işçi sayısındaki artış nedeniyle, işçi sınıfının «burju-
valaştığı», yeni bir «orta smıf»a dönüştürüldüğü ileri sürülebilir
mi? Bunu savunanlar, işçi sınıfı saflarındaki değişmelerle sımf
yapısındaki temel kaymayı karıştırm aktadırlar.
Lyubimova ve Gauzner’in belirttiği üzere;
108
zanmıştır. Önceki dönemlerde kendi özel işinde çalışan serbest
meslek sahiplerinin çoğu, şimdi büyük işletmelerde ücretli ola
rak istihdam edilmekte, ücretleri ne olursa olsun, kapitalist sö
mürüye konu olm aktadırlar. Mühendislerin, teknisyenlerin, tek
nik ressamların, m em urların ve yönetimdeki işçilerin çoğunluğu
işçi sımfı içinde önemli bir yeni kesimi oluşturm uşlardır.
Bu durum, kendi işinde çalışan uzmanlaşmış işçi sayısının
azalmasını gösteren rakam larla doğrulanmaktadır. Örneğin, Ame
rika Birleşik Devletleri’nde, m ühendisler ve teknisyenler arasın
da kiralık emek oranı 1870’de yüzde 62,1 iken, 1960’da yüzde 88,1
olmuştur. İngiltere’de, ücret geliri elde eden mühendis, teknis
yen ve uzman oranı 1921’de yüzde 83,5’den 1951’de yüzde 91’e
çıkmıştır.
Başka b ir deyişle, m em urlar gibi mühendis ve teknik ele
m anların artan b ir oranı da, işçi sınıfının öteki kesimleri gibi,
emekgüçlerini büyük tekellere satm aktadırlar. Onlar da, öteki
işçiler gibi, kapitalistlerin sömürüsüne uğram aktadırlar. Bugün
lerdeki işleri, gerçek iş süreçlerine, şimdiye kadar olduğundan
çok daha yakındır.
Gelişmiş kapitalist ülkelerin çoğunda, mühendisler ve teknik
elemanlar, artık görece küçük b ir katm an değildir. Büyük firma
lar, artık kendilerini mâliklere ve yöneticilere yakın ayrıcalıklı
b ir küme olarak görmeyen bu gibi uzmanların binlercesini istih
dam etmektedirler. Ayrıca, bu uzmanlar, makinelerin denetimi
ve işleyişiyle daha çok, insanların denetimiyle daha az uğraşmak
tadırlar bu günlerde.
Otomasyonun girişi, hem mühendislerin hem de işçilerin iş
nitelikleri üzerinde zihinsel ve sinirsel zorlamayı artırarak bü
yük bir etki yapmıştır.
109
pan m em urlar yerine, aym büroda, aynı işin sürekli akımına bağ
lantılı daktilo ya da öteki teknisyenler dizisiyle fabrika bölüm
lerini andırır olmaktadır. Biraz daktilo, az steno, muhasebe bi
len, pulları gözeten, postayı ayıran, m ektupları ve belgeleri dos
yalayan ve hâlâ gücü kalmışsa çay demleyen büro işçisi, iş ma
kinelerinin, hesap makinelerinin, bilgisayarların, fotostat donanı
mının ve baskıya yakın sonuç veren elektrikli fotokopi makine
lerinin bulunduğu büyük firm aların tipik büro m em uru değildir
artık; yeri alınm ıştır. Amerikan IBM Corporation tarafından sağ
lanan rakam lara göre, Amerika Birleşik Devletleri’ndeki tüm bü
ro işçilerinin yüzde 7’den çoğu şimdi otom atik malzemeyle ya
pılmaktadır; yakın gelecekte de tüm büro işlerinin üçte bir ka
darı otom atik olacaktır.
Üretim sürecindeki rolleri ve yaptıkları işin niteliğinden ötü
rü, beyaz yakalılar, mavi yakalılara yaklaşm akta ve büyüyen üc
retli ordusunun b ir parçası olmaktadırlar.
M arksist olduklarım ileri sürenler dahil, bazı kuram cılar
«proletarya» deyimini sadece kol işçilerini ya da toplumun en
alt tabakasım belirlemek için kullanma eğilimindedirler. Marx ve
Engels’in görüşlerinin bu yanlış sunumuna dayanarak, kol iş
çisinin azalmasının ve kol işi dışında kalan her türlü işin, özel
likle teknisyenlerin, mühendislerin ve bilim işçilerininki dahil,
«beyaz yakalı iş»in yaygınlaşmasının, proletaryanın çöküşünü ve
«orta sımf»ın ya da «işçi aristo k rasisin in yükselmesini tanım
ladığı görüşünü çıkarm aktadırlar.
Acaba Marx ve Engels yalmzca kol işçilerini mi proletarya
saymışlardır? Büro ya da ticarî emeği bu kategorinin dışında mı
bırakm ışlardır? «Zihinsel» emek diye adlandırılan dışarda mı kal
mıştır?
Marx’m ya da Engels’in yazdıklarının hiç biri böyle bir so
nucu haklı çıkaramaz. Birinci Bölüm’de de belirtildiği üzere (bkz.:
Yeni Devrim Teorilerinin Eleştirisi, 1. Fanon ve Afrika’da Sınıflar,
Bilim Yayınlan, İstanbul, Nisan 1975), Lenin’in sosyal sınıf ta
nımı, belirleyici olanın, birinin üretim araçlanyle ilişkisi olduğu
nu gösterir. Başka deyişle, proletaryayı kapitalist sınıf ile küçük
burjuvaziden ayıran, proleteryanm üretim araçlanndan yoksun
kılınmış, böylece, sahip olduğu tek metayı, emekgücünü sattığı
kapitaliste kendini kiralamaya zorlanmış olmasıdır. Engels, pro
letaryanın, «kendine değin üretim araçlan olmayan, yaşamak
için emekgücünü satm ak durum una sokulan çağdaş ücretli-emek-
110
çi sınıfı» olduğunu Komünist Manifesto'nun İngilizce baskısına
yazdığı önsözde belirtm iştir.
Marx da, proletarya deyimini, üretim nesnelerine doğrudan
bağlı olanlarla sımrlamamıştır. Emeği artık değer yaratan ya da
bu artığın kapitalistlerin ellerine geçmesine yardımcı olanların
hepsini işçi sınıfına aitmişçesine kapsamıştır. Kapitalist, işçinin,
artık değeri doğrudan, m eta biçiminde mi, yoksa artığın eko
nominin öteki kesimlerine yeniden dağıtılması için gerekli koşul
ları yaratm ak üzere emeğini kullanarak, dolaylı bir yolla mı
yarattığı ile ilgilenmez.
Marx, işçilerin çağdaş üretim sürecinde üstlendikleri farklı
rollerin, onları artık değer yaratm ada üstlerine düşeni yapmak
tan hiç bir biçimde alıkoymayacağına değinir.
111
Verimli çalışmak için, kol işini senin yapman zorunlu değil
dir artık; toplu emekçinin bir organıysan eğer ve onun ikin
cil işlevlerinden birini yapıyorsan, yeter148.
112
tihdam edilen ücretli işçilerin hepsi, sanayi proletaryasının par-
çasıdırlar.
Buraya dek anlatılanlardan, genel olarak yalnızca proletar
yanın değil, sanayi proletaryasının, azalmaktan öte, gerek sayı
sal, gerek toplam işgücünün oranı olarak arttığı sonucu çıkarı
labilir.
Beyaz yakalı işçilerin durumu, kazanç bakımından da, mavi
yakalı işçilerin durum una yaklaşm aktadır. Geçen birkaç on yıl
da, büroda çalışanlar ile üretim de çalışanların m aaşları arasın
daki fark önce kapanmış, sonra da ters yönde hareket etmeye
başlam ıştır152. Yirminci yüzyılın başlarında, büro işçileri, sanayi
işçilerine ödenenin birkaç katım alıyorlardı, örneğin, ABD'nde,
im alât sanayiinde çalışan bir büro m em urunun ortalam a yıllık
kazancı, im alât sanayiinde çalışan bir işçininkinin yüzde 232’siy-
di. 1926’da yüzde 177'ye düştü bu oran. İkinci Dünya Savaşı’ndan
sonra, bu kayma daha da hızlandı; bugün ABD’nde erkek bir
büro memurunun ortalam a kazancı, nitelikli bir sanayi işçisinin
kazancının altındadır; 1947’de yüzde 97’si, 1963’de ise yüzde 91’i.
İngiltere Çalışma Bakanlığı’nm rakam ları, erkek m em urların (yö
neticiler ve teknik elem anlar hariç) ortalam a haftalık kazançla
rının, im alât sanayimdeki işçilerin kazançlarından 1959’da ls.lOd.
yüksek iken, 1960’da 4s.lld. ve 1963’de 9s.ld. az olduğunu göster
mektedir.
Mühendislere ve bilim işçilerine yapılan ödemenin, sanayi iş
çilerine yapılandan yüksek olması yeterince anlaşılırdır; am a ara
daki fark burada da kapanmaktadır.
Tüm mühendislik ve teknik elemanların yandan çoğunu oluş
turan teknisyenler, teknik ressam lar ve laborantlara yapılan öde
me, nitelikli işçilere yapılan ödemeye yaklaşmaktadır. Zaten 1959’
da Amerikan mühendis, teknisyen ve öteki erkek uzm anların or
talam a kazancı nitelikli işçilerinkinden yalnızca yüzde 24 çoktu.
Federal Almanya’da, 1961’de, rakam lar aşağı yukarı aynıydı.
Böylece, işçi kitleler, yeni b ir «orta sınıf»m parçası olmanın
çok ötesindedirler; mevcut süreç, işçi sınıfına yeni kesimler ekle
diğinden; işçi sınıfı sayısal olarak ve nüfusun öteki kesimlerine
oranla büyüdüğünden ve buldukları çalışma koşullan, üretimde
ki işlevleri ve kazançlan, yeni kesimleri, işçi sınıfının parçası
yaptığından artan bir eğilimdir.
Bu yeni kesimler, sonuçta ve artan sömürüye karşı çıkarla
rını korum ak için mücadeleye girmekte, sendikalarda örgütlen-
mekte ve örgütlü faaliyetlerini ve siyasal yazgılanm, zaten sen-
114
gütlerini pekiştirmekte, birliklerini güçlendirmekte ve mücadele
lerini ilerletmektedir, işçi sınıfının temelleri daha genişlemekte
ve işçilerin, tekelci kapitalizme karşı güçlü bir hareket kurma
kapasitesini, zayıflatmak bir yana, güçlendirmektedir.
Çok basite indirgenmiş bir resim sunmak kuşkusuz aptallık
olacaktır. Marcuse’nin çağdaş işçi sınıfına ilişkin olumsuz ve kö
tüm ser değerlendirmesini reddederken, sorunları kabul etmeye
gönülsüz, işin ters gittiğini kabul etmekten korkan ve sosyalizm
mücadelesini zafere doğru açık, anlaşılır ve yengi dolu bir yürü
yüş olarak sunma eğiliminde olan fazlasıyle iyimser Marksistleri
yakından izlemek gibi bir niyetimiz yoktur.
Proletarya statüsü ile proletarya bilinci özdeş değildir. Beyaz
yakalı işçilerin durumunu, bazen de sosyal kökenleri ve aile bağ
la n onlan bireyciliğin ve küçük burjuva düşünlerin dalgasında
batırm a eğilimindedir. Yaşantının kendisi bireyciliği yıkar; son
yıllarda başlıca kapitalist ülkelerde, beyaz yakalılann birlikleri
nin üyelerinin bu ölçüde artm asının nedeni de budur; ama, bu
rada bile, süreç tamam lanm ış olm aktan uzaktır. Üstelik, İngiliz
sendikal hareketinde olduğu gibi, kol emeği istemeyen işlerde
çalışan işçilerin birliklerinin yazgılanni, kurulalı çok olan sana
yi işçilerininkilerle birleştirm eleri ileriye doğru atılan büyük bir
adım olmakla birlikte, bu dirimsel güce ulaşmanın, işçi sınıfı dü
şünleri dışındaki düşünlerin de, smıf keskinliğini körleterek, hat
tâ kanşıklık ve bölünme tohum lan ekerek, sendikal harekete
getirilebileceğini kabul etmek gerekir. Bu tehlikelerin feci bir öl
çeğe varacağını varsayacak otom atik bir kesinlik yoktur; ama,
işçi sınıfının bu yeni kesimlerinin çabucak ve kendiliğinden bir
proletarya ve sosyalist görüş kazanacaklannı kolaylıkla varsay
mak da olası değildir. İşçilerin genişleyen ordusunun belirleyici
çoğunluğunun sosyalizme kazanılmasını sağlayacak olan da, siya
sal uyanıklığı ve sınıf bilinci olanlann bilinçli çabalandır zaten.
BAŞLICA ÇELİŞKİLER
115
dikkati çektiği, işçi sınıfının yapısında ve bileşiminde oluşan
önemli değişiklikleri görmezlikten gelemez.
Gördüğümüz üzere, Marcuse, bu değişikliklerin bazılarının
sonuçları üzerinde çok belirgin değildir. Bir yanda, gelişmiş ka
pitalist ülkelerdeki işçi sınıfının çoğunluğunun b ir işçi aristok
rasisi durum una geldiğine inanır ve bundan ötürü işçi sınıfına
daha çok tutucu, h attâ karşı devrimci bir güç gözüyle bakarken,
gene de «teknik aydınlar»ın, yani «yüksek nitelikli işçilerin, mü
hendislerin, uzmanların, fen adamlarının» —gerçekte yüksek ge
lir düzeylerinin ve sosyal statülerinin, yadsıdığı işçi aristokrasisi
saflarına ittiklerinin hepsinin— muhalefet saflarında önemli bir
rol alabileceklerini göz önüne alm aktadır. Çelişkileri zihnini bu
landırmış görünmektedir.
Belki de, bu kategorideki teknik elemanların hoşlandıklarına
kuşku olmayan, aldıkları yüksek ücretler, iyi bir ev, otomobil,
televizyon, çam aşır makinesi gibi sahip oldukları maddî yararlar,
bu kişilerde, Marcuse’nin gözünde, daha iyi bir yaşam için mü
cadele eden, daha düşük ücretli sanayi işçilerinde olduğu kadar
yozlaştırıcı b ir etki yapmamaktadır. Yüksek b ir yaşam düzeyinin
bu yararlarını alan ve herhalde, görüşüne göre, bu «tüketim top-
lumu»nun yozlaştıramadığı Marcuse, kendisi ve benzer sosyal sta
tüde ve gelir düzeyinde olanlar için, işçi sınıfının çoğunluğuna
uyguladığından değişik b ir toplumsal yasa olduğuna inanmak
tadır açıkça.
Luton’da yapılan^56 ve Marcuse’nin, işçi Sınıfına ilişkin var- .
sayımlarından bazılarını yadsıma eğiliminde olan yeni bir top
lumbilimsel incelemede, haklı olarak, şöyle denilmektedir:
116
yük ekonomik kaynaklar arasımdaki katı ikilem —daha avan>-
tajlı sınıfsal konumu olanların büyük ölçüde kaçındıkları bir
ikilem— belirliyken, de haut en bas (yukardan aşağıya - çn.)
«bodur bırakılmış kitle üretim i insanlık»tan, «ısmarlama tü
k eticilerd en ya da «tasfiye edilmiş köleler»den söz etmek
eğiliminde değiliz.
117
gütlenmiş olan, tüm gelişmiş kapitalist toplumlarda nüfusun bü
yük bir çoğunluğunu oluşturan işçi sınıfıdır.
Çağdaş kapitalist üretim in yapısı, dev tekellerin yaratılması,
bu devler arasındaki birleşmeler ve kollarım, yavru şirketlerini
kapitalist dünyaya yayan süper devlerin yaratılması, uluslarara
sı firm aların büyümesi, sermayenin büyük m iktarlarda birikimi,
şimdi kapitalist sanayii kucaklayan bilimsel ve teknolojik dev
rim —bunların hepsi kapitalizmi kendi ölümünün eşiğine yak
laştırm aktadır.— Lenin, daha 1916’da, Emperyalizm, Kapitaliz
min En Yüksek Aşaması adlı incelemesinin son sayfalarında bu
sürece değinmişti:
118
gelen temsilcisi olduğu bozgunculara, işçilerin çoğunluğunun ta
rihsel misyonlarını kabullendikleri b ir anlayışın yokluğuna kar
şın, işçilerin sürekli genişleyen lejyonlarına dayanmadıkça, mev
cut sistem içinde temel bir değişiklik olamaz. Gerek işçiler, ge
rek toplumun en çok ezilen kesimlerinin yanı sıra, öğrenciler,
aydınlar ve orta sımf dahil potansiyel ve şimdiki bağlaşıklan ara
sında bu anlayışı uyandırm ak ve tutuşturm ak devrimcilerin gö
revidir.
Marcuse, işçi smıfıyle ilgili kuram lanyle, işçi sınıfı dışındaki
lerin, işçi sınıfının devrimci rolüne karşı inancım ve güvenini
sarsm akta ve işçi sınıfının kendine karşı güvenim de zayıflat
m aktadır. Bundan ötürü, nesnel olarak, dürtüleri ne olursa ol
sun, Marcuse, sözcüsü olduğunu ileri sürdüğü anti-kapitalist dâ
vaya zarar vermektedir.
S O N U Ç
121
de ve um utlarında saklı olan, m ilitanların, Afrika kentlerinden,
hareketi örgütlemek üzere kırsal kesime gidecekleri, kentlerdeki
aydınların bu öncülük rolünü üstlenecekleri kavram ına dayan
m aktadır1. Bu aydın seçkinciliğinin ya da işçi sınıfından olma
yan aydınların babaca rehberliğinin, temelde işçi sınıfına daya
nan bir öncü parti kavram ı ile ortak hiç b ir yanı yoktur.
Şiddet teması, gerek Fanon’un, gerek Debray’nin görüşlerin
deki başlıca öğedir. Devrimci mücadelenin farklı aşamalarında
şiddet sorunu ortaya çıkabilir; hiç b ir devrimci böyle bir zo
runluluktan, özellikle yönetici sınıfın şiddet uygulamasını ya da
potansiyel şiddet uygulamasını yenmek için, emekçilerin, güçle
rini her zaman koymaya hazır olmaları gereğini anlıyorsa, çe
kinmez.
Ancak, Fanon ve Debray, bu soruna değişik bir biçimde yak
laşm aktadırlar. Şiddet onlara göre, amaç için yalnız b ir araç
değil, başlı başına gerekli bir deneyimdir; kurtuluştur; devrim
cileri sınayan ve saflaştıran temizleyici bir ateşdir. Fanon’a gö
re, uzun süre bağımlı kalmış sömürge köylüsü, şiddet uygula
yarak düşman korkusunu yener, devrimci değişime katılma is
teğini kazanır. Fiziksel silâhlanma ve savaşma eylemi ile insa
nın kendini adanmış b ir devrimciye dönüştürdüğü inancını or
taya koym aktadır Debray.
Marcuse, şiddetin böylesine içten savunucusu değildir. Ger
çekten de Kasım 1970’de yapılan bir görüşmede2, o zaman Bir
leşik Devletleri saran büyük öğrenci protesto eylemlerini bir
yandan savunurken, öte yandan «aşırıcılann olduğu sanılan ey
lemlerin büyük bölümü, aralarına sızan ajanlara dayandınlabi-
lir», der. «Ama, ne olursa olsun, ben bu tü r şiddetin kendi sa
fının yenilgisini getireceğini düşünüyorum. Daha sert önlemler
isteyenlerce hoş karşılanmaktadır.» Bununla birlikte, bu tü r tak
tiklerle herhangi b ir siyasal yarar sağlamanın olası olmadığı za
m an bile, 1968’de Paris’de uzatılan şiddetli barikat mücadelesini
yalmzca övmekten başka yapacak bir şeyi yoktu.
Hem Marcuse’de, hem de Debray’de kendiliğinden olma da
belli b ir ölçüde yüceltilmektedir. Fransa'da Mayıs-Haziran 1968
olaylarını «kendiliğinden oluşum» olarak nitelediği şeyden ötürü
alkışlayan Marcuse, bugünkü gençler arasında varlığını ileri sür
düğü «tüm ideolojilere karşı olma»yı da benimserken, Debray de
ideolojinin rolünü küçültmektedir. Fanon, tersine, Afrika’nın
ideoloji yoksunluğuna değinmektedir.
122
Üçü de mevcut kurum lan küçük görmekte, bu kurum lan açı
ğa vurm ak ya da bir siyasal platform olarak kullanm ak için olsa
bile, devrimcilerin bu gibi yapılann çerçevesinde çalışm alannda
doğallıkla ya pek az amaç görmekte ya da hiç bir amaç görme
mektedirler. Her şeyin ötesinde, işçi hareketi örgütlerine, özel
likle sendikalara karşı ortak b ir düşmanlığı paylaşm aktadırlar;
Debray ve Marcuse’de bu, özellikle Komünist Partilere yönelmek
tedir.
Öteki yorumcular, Fanon'un, Debray’nin ve Marcuse’nin ço
ğu düşünleri ile anarşistlerin geleneksel düşünleri arasındaki ya
kınlığa dikkati çekmektedirler: Kentten ve çağdaş kapitalist top
lum un maddesel yararlanndan nefret, yüceltilen köylülük (Bkz.:
Proudhon ve Bakunin) ve lumpenproletarya («yalnızca tüm bur
juva uygarlığınca hemen hemen hiç kirlenmemiş olan ... o yığın,
bugün Toplumsal Devrimi başlatacak ve zafere erdirecek güçte-
dir»-Bakunin)3 ve şiddete ve kendiliğinden oluşuma tapm a. H attâ
Derbay’nin foco kuramının, karşılığı, anarşist Enrico M alatesta’
nm, 1870’de İtalya’da «büyük m otoru harekete geçirmek için»,
küçük b ir alanda köylü iktidannm sağlanması biçimindeki kü
çük m otorun daha önce hareket ettirilm esi girişiminde vardır.
Fanon, Debray ve Marcuse, anarşistlerle ortak olarak, disip
linli, örgütlü proleter saflanndan ürktükleri izlenimini vermekte
dirler; her şeyin üstünde, böylesine örgütlü disiplinin siyasal ik-
tid an kullanmasına içerlemektedirler. Anarşizm ve seçkincilik,
küçük burjuva aydınlanna, devrimci değişim için milyonların sa
bırlı, örgütlü ve disiplinli çalışma ile hazırlanıp kazanılmasından
daha çekici gelmektedir.
Lenin’in b ir kez değindiği gibi, anarşizm oportünizmin günah-
la n için işçi sınıfı hareketinin ödemesi gereken fiyattır. Ancak,
başlıca kapitalist ülkelerdeki anarşist eğilimlerin, güçlendirilmiş
herhangi b ir örgütsel biçimde değil de, daha çok b ir anlam da Fa-
non’un, Debray’nin ve Marcuse’nin sözcülüğünü yaptıkları bazı
genel düşün alanlarında beliren eğilimlerin, son zamanlarda ye
nilenmesi için belirli bazı nedenler vardır.
Özellikle birçok gencin, mevcut kapitalist sistemden ve re
formcu önderlerin insanı utandıran uzlaştm cı soytanlıklanndan
ötürü artan tiksinti ve özellikle 1945’den sonraki büyük um ut
la n karşısında reformizmin ve sağ-kanat sosyal demokrasinin
çoğu emperyalist ülkelerdeki işçi hareketini sürekli etkilemesi,
bazı çevrelerde tamamiyle vahim ruh durum lanna, siyasal anla
tımını anarşizm biçiminde bulan ruh durum lanna yol açmış
123
tır. Lenin, b ir başka olasılıkda şöyle yazmıştır: «Kitle mücade
lesinin hazırlanması ve geliştirilmesi koşullarında dikkatsiz olan
belli kişiler, Avrupa’da kapitalizme karşı belirleyici mücadelede
ki uzun gecikmeler karşısm da umutsuzluğa ve anarşizme sü
rüklenm işlerdir4.» Anlaşılacağı üzere, birçok kişiye, özellikle genç
lere, gecikmeler bitmeyecek gibi uzun gelmektedir bugün. Mad
desel koşullar ele alındığında, başlıca kapitalist ülkeler devrim
için son derece olgundur; bundan ötürü, mevcut sistemi ortadan
kaldırm ak isteyenler arasında artan sabırsızlığın varlığı şaşır
tıcı olmamaktadır. Ama, ne yazık ki, sorunun özü de buradadır:
ileri kapitalist ülkelerde, halkın çoğunluğu b ir yana, işçilerin ço
ğunluğu henüz bu temel değişim düşününe kazanılmamıştır. Ve
bu çoğunluk olmadan devrim olmaz.
Lenin bu sorun üzerinde çok inatçıdır. Rusya’da, 1917 yazı
boyunca, O ve Bolşevikler, sürekli olarak başlıca Sovyetlerde ço
ğunluğu kazanmak için çalıştılar. Ancak ondan sonra ayaklanma
çağrısında bulundular. 1917’den sonra, Komünist Entem asyonel’
de, çoğunluğu kazanma zorunluluğu üzerinde gene hararetle ça
lıştı. Almanya’da M art 1921’deki silâhlı ayaklanm aların yenilgi
leri üzerine yazarken şöyle uyarıyordu: «...ne denli yiğitçe olur
sa olsun, 1919’dan bu yana, kışkırtm alarla 20.000 işçiyi öldüren,
hükümetin kışkırttığı böyle b ir meydan okuma, gelecekte Komü
nistler yalnız küçük b ir yörede değil, tüm ülkede arkalarına ço
ğunluğu almadıkça benimsenmemelidir5.» Komünist Entemasyo-
nel’in 1921’deki 3. Kongresi için yapılan hazırlıklar sırasında, iş
çilerin çoğunluğunu kazanmanın önemi yine tartışm aların odak
noktasıydı. Lenin, Kari Radek’in bir bildiri taslağım eleştirerek,
Radek’in işçi sınıfının çoğunluğunu kazanmaya ilişkin yollamayı
kaldırmaya, yerine işçi sınıfının sosyal bakım dan belirleyici ke
siminin kazanılmasının gerekli olduğuna ilişkin bir savın kon
masına yönelik önerisine karşı koydu. Radek’in önerisini «saç
malığın daniskası» olarak nitelendiren Lenin, şöyle yazıyordu:
«Gereksinme duyduğunuz gücü kazandırm ak için, belli koşullar
altında (hattâ işçi sınıfının çoğunluğu komünizm ilkelerine ka
zandırılmış olsa bile), işçi sınıfının sosyal bakım dan belirleyici
kesimlerinin çoğunluğu tarafından belirleyici yerlere b ir darbe
vurulmalıdır6» işçilerin çoğunluğunu kazanmanm «her şeyin te
meli olduğu»nu üsteleyen Lenin, «Komünist Entem asyonel’m tak
tikleri, önce ve en başta eski sendikalar olmak üzere, işçi sınıfının
çoğunluğunu kazanmak için sürekli ve sistem atik b ir çabaya da
yanmalıdır. Olayların gelişimi ne olursa olsun, ancak bundan
124
sonra kesinlikle kazanacağız» demektedir7. 22 Haziran 1922’de,
Moskova'da başlayan Kongre’de yaptığı konuşmada, işçilerin ço
ğunluğunun komünizm ilkelerine kazandırılmasının zorunluluğu
konusunda kullanılan «çoğunluk» sözcüğünün çıkarılmasını öne
ren Alman, Avusturya ve Italyan delegelerine karşı koydu. Bu de
ğişiklikleri yorumlayan Lenin şunları söylüyordu:
125
reketindeki bölünmeler olmuştur. Sovyet Komünist Partisi’nin
1956 yılındaki 20. Kongresinden sonra yapılan açıklamalar, ile
ricileri, özellikle genç kuşaklan büyük ölçüde şaşırttı ve Çekos-
lavakya ile Polonya’daki olaylar dahil olmak üzere, sosyalist de
mokrasiden kopmalar, Batı’daki ilerici hareketin bazı kesimle
rinde, Komünist Partilere ilişkin bazı çekincelere neden oldu. Bu
koşullar altında, «Yeni Sol»un sloganları kadar anarşizmin slo
ganlarının, Troçki’ciliğin bazı belirtilerinin ve Mao’cu oldukları
nı ileri süren çeşitli grupların belli bir çekicilikleri oldu.
Anarşizm, status guoyu yadsımanın bir biçimidir. Ayrıca, kü
çük burjuvazinin görüşlerinin de b ir anlatım ıdır. David Staf-
ford10, anarşist basının ve öteki incelemelerin öğrettiklerinin çö
zümlemesi «başka yerlerde olduğu gibi, Britanya’da da, hareke
tin sosyal temelinin, klâsik anarşistlerin en zinde çağlarından
bu yana, büyük ölçüde değiştiğini ve anarşist düşünlerin en bü
yük desteğinin orta sınıf içindeki çok ileri topluluklar olduğu
nu göstermektedir» yargısına varmıştır. Anarşistlerin köylülüğü
işçi sınıfına yeğlediklerine değinerek, Horowitzn şöyle demekte
dir: «Anarşizme, böyle b ir küçük burjuva yaşamında tapılamaya-
cak olunmasına karşın ... kuşkusuz, küçük burjuva değerlerine,
bireyciliğe, maceraya, ayırıma ve anti-politikaya yanıt vermek
tedir.»
Bu tü r küçük burjuva değerleri, çağdaş bilim ve teknolojiyi
hor göre anarşist duygularında ayrıca yansım akta ve yine küçük
ölçekli bireysel üretim e dönüş um udu taşım aktadır.
126
lüler ile lumpenproletarya arasında bulunabileceğine inanm akta
dır. Bu tü r «dışardakiler», anarşistlerin gözünde, topluma karşı
isyancıların görevini yerine getirmeye yazgılanmışlardır. Fanon
ile M arcuse’nin gözünde de (Debray’de bu denli açık değildir),
bu «dışardakiler» yegâne devrimcilerdir.
Çoğuna Marcuse’nin gerekli dikkati çektiği kapitalizmin bu
günkü eksikleri, anarşiste görüşlerini sağlamlaştırıcı nitelikte gel
mektedir:
127
bir okunması bile, işçi sınıfı hareketiyle doğrudan tem as ve bil
gi yoksunluğunun ne ölçüde büyük olduğunu göstermektedir; ve
üçü de, gerçek bir bilimsel çalışma yapmadan, işçi sınıfının ar
tık temel devrimci güç olmadığına k arar vermiş olduklarından,
bu hiç de şaşırtıcı olmamaktadır.
tşçi sınıfına karşı tutum larının mantığından ötürü —ki. Mar-
<'use’de daha açık, Debray’de daha kapalı— Komünist Partileri
ne karşı yoğun bir düşmanlık göstermek zorundadırlar. Fanon’
la bu doğrudan doğruya belirtilmemektedir; ancak, esasen böy
le bir avuç partinin bulunduğu Afrika ile ilgilendğiinden, bu bel
ki de anlaşılabilmektedir. Ancak Marcuse ile Debray’nin (ve Fa-
non’un bazı izleyicilerinin) anti-komünizminin, sosyalist devrim
de sınıfların rolünün yanlış çözümlenmesinden doğduğu anlaşıl
m aktadır. işçi sınıfını yadsıyorlarsa, m antıksal olarak, bu sını
fın çok disiplinli, çok iyi örgütlenmiş ve m ilitan müfrezesini de
yadsımak zorundadırlar; ve Komünist Partileri, hataları ve za
yıflıkları ne olursa olsun, sosyalist bilinç, inanç ve mücadele ve
birlik ruhu getirmeye çalışan işçi sınıfına dayanm aktadırlar.
Tüm savlar incelendikten ve tüm ikincil sorunlar bir yana
konduktan sonra, sosyalist devrimin özü bir tek temel soruna in
dirgenmektedir: Sınıf iktidarının değişmesi; siyasal iktidarın ka
pitalistlerden alınması ve üretim araçlarının özel mülkiyeti yerine
toplum mülkiyetini getirmek için, siyasal iktidarı işçi sınıfı ile bağ
laşıklarının alması. Sırtlarını işçi sınıfına dönenler, gerçekte ve
um utları ne olursa olsun, sırtlarını sosyalist devrime dönmüşler
dir. Ve anti-komünist örtüsüne sarılanlar, en koyu kırmızı
nın «Sol» tonlarını taşısa bile, yalnızca devrimci hareketi zayıf
latm aktadırlar. Hiç b ir sosyalist devrim, hiç bir zaman, işçi sını
fı olmadan ya da anti-komünizm bayrağı altında başanlam am ıştır.
Fanon, Debray ve Marcuse, sınıf mücadelesinde ve devrim
ci kitle hareketinde eğitilmemiş olanlara daha radikal, daha mi
litan, h attâ daha devrimci görünebilirler; am a «sol»un anti-ko
m ünist görüşü, geleneksel «sağ»ın anti-komünizminden daha ile
rici değildir. Burada dürtülerle öylesine çok ilgilenmiyoruz. Fa
non, Debray ve Marcuse, en içten görüşlerini açıklamış olabilir
ler. Kapitalist sistemi sona erdirm ek için çok derin istekleri ola
bilir. Ama sorun bu değil. Biz yalnızca onların kuram larının nes
nel sonuçlan ile ilgileniyoruz. Ne de olsa insanlann amaçlann-
daki içtenliği ölçecek b ir içtenlik-ölçer yok. Bu tü r kuramlarda,
bir M arksistin verebileceği tek yargı nesnel sonuçlara özgü ola
caktır.
128
Fanon’un, Debray’nin ve Marcuse’nin getirdiği işçi sınıfına
ve komünizme karşı görüşler, cahil köylülerle yoksul kentlilere
öncülük eden, işçi sınıfı iktidan ve kom ünistler olmadan, kü
çük burjuva imgelerinde yeni b ir ütopik toplum yaratan aydın
larla öğrencileri düşleyen bir seçkincilik biçimidir. Kapitalistle
rin hoşgörü gösterebilecekleri düşünler alanında b ir lükstür bu.
Bundan ötürü, bu üç «devrimci» düşünürün yazılarına ve gö
rüşlerine kitle iletişim araçlarında verilen yer ve yapılan tanıt
ma, kitaplarının burjuva yayımcılarca yayınlanması, kuram ları
nın televizyonda ve ulusal basm da tartışılm ası durum un komik
liğidir. Marcuse, kapitalist ülkelerdeki tüm «radikal muhalefet»in
«yutulduğu»nu, «bastırıcı h o şg ö rü n ü n kurbanı olduğunu ileri sür
mektedir. Komünistlerin' görüşleri ile yazılarım karşılayan ger
çek karalam a ile bu üç yazara yapılan farklı işlemlerinin değe
rine değinmemek elde değil. Gerçekten «bütünleşmiş» olanlar Ko
m ünistler mi, yoksa «Yeni Sol»un düşünürleri mi? Marcuse ve di
ğerleri, işçi sınıfına ve Komünistlere karşı düşmanlığında yöne
tici sınıfla birleşerek, kurbanı gibi değil de, baskının kısmî yöne
ticileri gibi davranm ıyorlar mı?
Fanon’un, Debray’nin ve Marcuse’nin başlıca sloganları ile
ilkeleri, öğrenci ve aydın çevrelerinde büyük ölçüde karışıklığa
neden olmuş, bereket versin, onların hiç bir zaman amaçlama
dıkları ve ayaklan günlük sınıf mücadelelerinin katı gerçekleri
ne kuvvetle gömülü olan işçi sınıfı saflannda pek az kanşıklık
getirm iştir. Belki, bazı çok sabırsız devrimcilere, işçilerin ayak
la n çok sıkı gömülmüş gibi gelebilir ve zaman zaman, «fırtına
koparmak için» belli b ir süre durumun, bir tü r edilgenliğin, bir
isteksizliğin var olduğu doğru olabilir.
Ancak, işçi sınıfı, görünüşte kendine güvenini yitirdiğinde bi
le, işçi sınıfına güvenmek devrimcilerin sorumluluğudur. Yirmin
ci yüzyılın başlıca sm avlannm hepsi, son 70 yıl içindeki tüm
devrimci mücadeleler çok açıkça gösterm iştir ki, sınav anında,
işçi sınıfı, kitlesel ve kararlı olarak orada olacaktır. Sınıf mü
cadelesinin, devrimci mücadelenin gerçekten ciddî sorunlan or
taya çıktığında, b ir sınıf olarak yılmayan b ir yiğitlik, disiplin,
adayış, örgütsel yetenek ve yaratıcı girişim gösteren işçi sınıfı
dır. Bu her zaman böyle olmuştur. Y ann da böyle olacaktır.
131
21. Herbert Marcuse, «Socialism in the Developed Countries (Geliş
miş Ülkelerde Sosyalizm)», Korcula'da okunan bildiri. Bknz. In
ternational Soclalist Journal, Nisan 1965, s. 140.
22. Age., s. 145.
23. Age., s. 148.
24. Age, s. 150.
25. Peter Sedgvvick, Marcuse’nin Tek Boylu İnsan'ından «yıkımın
gösterişli gazeteciliğinin bir anlatım ı olarak söz ederek Marcuse'
nin kötümserliğine değinir. («Natural Science and Human Theory-
Doğa Bilimi ve insan Kuramı», Socialist Register, 1966, s. 166).
26. Herbert Marcuse, «The Ouestion of Revolution (Devrim Sorunu)»,
New Left Revievv, Eylül - Ekim 1967, s. 4’deki görüşme.
27. Herbert Marcuse, «Re - Examination of the Concept of Revolution
(Devrim Kavramının Yeniden Gözden Geçirilmesi)», Dlogenes, Kış
1968, No. 64.
28. Age., s. 21.
29. Herbert Marcuse, An Essay İn Liberation (Kurtuluş Üzerine Bir
Deneme), Londra, 1969, s. 14.
30. Age., s. 16.
31. Herbert Marcuse, «Revolution Out of Disgust (Nefretsiz Devrim)»,
Der Splegel, 28 Temmuz 1969‘da yayınlanan görüşme. İngilizcesi
Australian Left Revfew, Aralık 1969’da.
32. Age., s. 42.
33. Bunun kendisi garip bir formülasyondur. Bir devrimci hareket
toplumdaki çelişkilere karşı mücadele etmez. İşçilerle kapitalist
ler arasındaki çelişki, işçilerin kapitalistlerin yönetimine son ver
meleri ve sınıfsız bir toplum kurmaya girişmeleriyle son bulur.
Üretimin sosyal niteliği ile kârının özel kullanımı arasındaki çe
lişki, işçilerin üretim araçları üzerinde özel mülkiyeti sona er
dirmeleri ve kamu mülkiyetine dayanan sosyalizme yönelmeleriy
le son bulur.
34. Herbert Marcuse, Five Lectures (Beş Ders), Londra, 1970, s. 70.
35. Herbert Marcuse, One Dimensional Man (Tek Boyutlu İnsan), s.
200.
36. Herbert Marcuse, «Socialism in the Developed Countries (Geliş
miş Ülkelerde Sosyalizm)», age., s. 143.
37. Gil Green, The New Radicalism: Anarchist or Marxlst? (Yeni Ra
dikalizm: Anarşist mi, Marksist mi?), New York, 1971, ss. 110-111.
38. Age., s. 113.
132
39. Angela Davis, If They Come in the Morning (Şafakta Gelirlerse),
Londra. 1971, s. 35.
40. Angela Davis, age., s. 33'de anılmaktadır.
41. Angela Davis, age., s. 29‘da anılmaktadır.
42. Angela Davis, age., ss. 57 - 66’da anılmaktadır.
43. Herbert Marcuse, «The Ouestion of Revolution (Devrim Sorunu)»,
age., s. 6.
44. Marcuse'nin Tek Boyutlu İnsan’daki güçlü savlarından biri, ege
men çevrelerin, dilin kendisini bir denetim aracı olarak kulla
narak, uydurulan ve gerçekleri saklamada kullanılan deyimlerle
sistemi ayakta tutan düşünce alışkanlıklarını geliştirerek ege
menliklerini sürdürdükleridir. Marcuse, «refah toplumu» kavra
mını eleştirmeden birçok kez kullanarak aynı tuzağa kendisinin
de düşmekten kurtulamadığını söyler. Aynı şanssız alışkanlık,
kendisinin de, ilk kez CIA tarafından ortaya atılan «Vietkong»
terimini, doğru terim olan Güney Vietnam Ulusal Kurtuluş Cephe-
si’ni hiç kullanmadığı halde, birçok kez kullanmasında görülür.
45. Herbert Marcuse, «The Ouestion of Revolution (Devrim Sorunu)»,
age., s. 7.
46. Proleter devriminin sömürge «ihtiyatları» kuramını geliştiren
Marx ya da Lenin değil, Stalin’dir.
47. Ulusal kurtuluş mücadelesi iie sömürge mücadelesinin dünya sos
yalist devriminin temel öğelerinden biri olarak oynadıkları role
ilişkin Marx ve Lenin’in değerlendirmelerinin daha ayrıntılı in
celemesi için bknz: Jack Woddis, «Marx and Colonialism
(Marx ve Sömürgecilik)», Manrism Today, Mayıs, 1965; «Marx
and National Liberation (Marx ve Ulusal Kurtuluş)», Marxslzm
Today, Haziran, 1965; «Lenin on the National Liberation Struggle
(Ulusal Kurtuluş Mücadelesi Üzerine Lenin)», Manclsm Today,
Nisan, 1970.
48. Herbert Marcuse, «Re - Examination of the Concept of Revolution
(Devrim Kavramının Yeniden Gözden Geçirilmesi)», age., s. 20.
49. Age., s. 20. Marcuse'nin «toplumun zıt kutupları» bilimsel olarak
doğru değildir. Marcuse'nin çalışmasında incelenmemiş olması
garip olan en üst kutup büyük tekellerden oluşmaktadır. Ve
nesnel olarak onların temel karşıtı işçi sınıfıdır.
50. Debray'nin ve onun ideolojiyi hor görmesinin bir yankısı. Marcu
se, gene Debray gibi, belki de kendi ideolojisini bu toplu güven
sizlikten ötürü dışarda bırakmaktadır. Tek Boyutlu İnsan'ın ka
pağında onun adına yapılan abartmayı, «günümüzdeki öğrenci
133
Devrimlerinin gerisindeki üstün aydın gücü olarak ortaya ç ık
mış» olduğunu suçlamaya kimsenin hakkı yoktur; ama Marcuse'
nin. kabul edileceğini beklemese, kendi ideolojik kavramlarını ge
liştirmede böylesine direnemeyeceği beklenirdi. A çıktır ki, başka
ideolojilerle birlikte bunlara da güvensizlik duyulsa ve reddedil-
selerdi öğrenci müritlerince tüm inceleme nedeni ortadan kal
kacaktı.
51. Hörbert Marcuse, «Re - Examination of the Concept of Revolu-
tion (Devrim Kavramının Yeniden Gözden Geçirilmesi)», age., s. 21.
52. Age., s. 22.
53. L'lnternatlonale'in mi, yoksa Fanon'un mu bir yankısı?
54. Herbert Marcuse, An Essay in Liberation (Kurtuluş Üzerine Bir
Deneme), ss. 51 - 52.
55. Age., s. 56.
56. Age., s. 57.
57. Age., s. 60.
58. Herbert Marcuse, «Revolution Out of Disgust (Nefretsiz Devrim)»,
age., s. 42.
59. Age., s. 46.
60. Herbert Marcuse, Five Lectures (Beş Ders), s. 71.
61. Kendisini aşması daha yüksek bir düzeye çıkmıştır.
62. Üretimi yeniden yönlendirme görevini kim yüklenecektir? Bunu
bize söylemez Marcuse. Ama «iş ilkesi» — «herkese yaptığı iş
kadar»— bırakılırsa, o zaman ürünlerin dağıtım ı hangi temele
göre yapılacaktır?
63. Herbert Marcuse, An Essay in Liberation (Kurtuluş Üzerine Bir
Deneme), ss. 89 - 90.
64. K. Marx ve F. Engels, Selected Works (Seçme Eserler), iki cilt,
Moskova, 1950, cilt 1, s. 142.
65. Age.
66. K. Marx ve F. Engels, VVorks (Eserler), Cilt 16, s. 198 (Rusça).
67. K. Marx ve F. Engels, VVorks (Eserler), Cilt 22, s. 432 (Rusça).
68. V. I. Lenin, Collected VVorks (Toplu Eserler), Cilt 8, s. 146.
69. V. I. Lenin, Collected VVorks (Toplu Eserler), Cilt 2, s. 354.
70. Genç işçilerin mücadelelerinin, öğrencilerin biraz daha heyacanlı
faaliyetlerinden daha az dikkat çektiği gerçeğini boşlamamak
gerekir; işçi sınıfının büyük eylemlerinde genç işçilerin büyük
bölümünün yer aldığını boşlamamak gerektiği gibi. Bunun son
çarpıcı örneklerinden biri, İngiltere'deki 1971 posta grevindeki
genç kızlardı.
134
71. V. I. Lenin, Cotlected Works (Toplu Eserler), Cilt 15, s. 218.
72. Age., s. 219.
73. Philip G. Altbach, Student Politics İn Bombay (Bombay'daki Öğren
ciler ve Politika), Londra, 1968, s. 76.
74. Bettina Aptheker. «The Student Rebellion (Öğrenci Ayaklanması)»,
Politlcal Affairs, Mart, 1969.
75. Santiago Carrillo, Problems of Socialism Today (Günümüzde
Sosyalizm Sorunları), Londra, 1970, ss. 125-126.
76. Bknz: P. Reshetov, «The VVorld of Capital and the Alienated
Youth (Sermayenin Dünyası ve Yabancılaşan Gençlik)», The Youth
and Contemporary Society, Moskova, 1970, s. 85.
77. İngiltere’nin, işçi sınıfı kökenli öğrencilerin yüzdesi bakımından
öteki kapitalist ülkeleri geçtiğine, İngiltere'de «işçi sınıfı» kate
gorisine, öteki ülkelerde dahil edilmeyen öğrencileri de içeren
rakamlar kullanılarak varıldığını ileri süren yeni bir raporda
(Statistical Supplement to the Eighth Report - Sekizinci Raporun
İstatistik Eki, Üniversities Central Council on Admissions, Eylül,
1971) karşı çıkılm ıştır. Rakamları, karşılaştırılabilir duruma ge
tirmek için düzelten rapor, İngiltere’deki işçi sınıfı öğrencilerin
oranını değiştirmeyen, ama öteki ülkelerin rakamlarını yüksel
ten, Fransa, Batı Almanya, Norveç, İsveç ve Danimarka'nın İn
giltere’den ön sıralarda yer aldıkları bir dizi rakam elde etmiştir.
78. Bu gelişmenin çok iyi bir çözümlemesi için bknz: E. P. Thompson
(derleyen), Warwick University Ltd., Londra, 1970.
79. E P. Thompson, age. de Lloyd Bank'ın 31 yöneticisinden en az
onüçünün üniversite ve kolej yöneticisi, eski mütevelli heyet üye
si vb. olduğuna değinir (s. 31).
80. Age., s. 61.
81. Age., s. 72.
82. Aynı zamanda NATO'nun Yöneylem Araştırmasıdanışmanıdır.
83. Fiyat ve Gelir Kurulu ve Donovan Komisyonu'nun eskiden de.
84. E. P. Thompson, age., s. 74.
85. Age., ss. 80-81.
86. The University-Military-Police Complex (Üniversite-Asker-Polis
Kompleksi) (toplayan Michael Klare, North American Congress
on Latin America, New York, 1970) de anılmaktadır. Bu biricik
inceleme. ABD yüksek öğrenim kurumlarının nasıl ABD askerî ç ı
karlarına hizmet ettiğini gösteren çarpıcı açıklamadır.
87. US House of Representatives, Committee on Government Ope-
rations, Conflict Between the Federal Research Programs and the
135
Nation's Goals for Higher Education (Federal Araştırma Program
ları İle Ulusun Yüksek öğrenim Amaçları Arasındaki Uzlaşmaz
lık), VVashington, 1965, s. 362.
68. The Unlversity-Military-Police Complex (Ünlverslte-Asker-Polis
Kompleksi), s. 3.
89. Gerard Piel, American Felsefe Derneği'ndeki konuşması, 1965.
90. The Unlversity-Military-Police Complex (Ünlverslte-Asker-Polis
Kompleksi) ss. 4-5.
91. Institute fo r Defence Analyses, Annual Report (Yıllık Rapor), 1964.
92. Institute for Dafence Analyses. Annual Report (Yıllık Rapor), 1966.
93. Congressional Record-Senate (Kongre Tutanakları-Senato), 13
Aralık 1967, s. S18485.
94. Age.
95. Daha fazla ayrıntı için bknz: Jack Woddis, An Introduction to
Neo-Colonialism (Yeni Sömürgeciliğe Giriş), Londra 1967, ss. 78-
80; Robert Scheer, How the United States Got Involved in Viet
nam (ABD Vietnam'a Nasıl Karıştı), Kaliforniya, 1965.
96. Lee Webb, «Training for Repression (Baskı için Eğitim)», The
Unlversity-Military-Police Complex içinde, s. 63.
97. Clark Kerr, «The Frantic Face to Remain Contemporary (Çağdaş
Kalmak İçin Çılgın Yarış)», Revolution et Berkeley (Berkeley’de
Devrim) derleyenler: Michael V. Miller ve Susan Bilmore. s. 14.
98. Clark Kerr, The Uses of the University (Üniversitenin Yararları),
New York, 1963, s. 20.
99. Luddite'lerin (1811-1816 arasında makinelere karşı savaş açan,
onları kıran, fabrikaları yakan bir grup - çn) makineleri yıkmaya
yönelik ilk girişimlerinin, 1968 yılında Paris'de Renault işçilerini,
kendilerini fabrikaya sokmaları, böylece makineleri kırıp dökme
de işçilere yardım edebilecekleri gerekçesiyle inandırmaya ça lı
şan aşırı sol öğrencilerin girişimlerinde garip bir yankısı olduğu
nu belirtmek ilginç olacaktır. Komünistler ve Çalışanlar Genel
Sendika Konfederasyonu (Confederation Generale des Travaille-
urs) tarafından yönetilen işçiler, öğrencileri fabrikaya sokmayı
reddettiler. Büyük bir disiplin içinde, grev bittiğinde yeniden ça
lışmaları gerektiğinin farkında olarak ve önünde sonunda fab
rikaya ve makinelere kendilerinin sahip olacaklarına güvenerek,
makineleri korudular, sürekli yağladılar ve çalışır durumda tu t
tular.
100. No. 52, Kasım-Aralık 1968, s. 5.
136
101. «Youth as a Class (Bir Sınıf Olarak Gençlik)», International So-
ciallst Journal, No. 25, Şubat 1968, ss. 25-58.
102. Marcuse’nin kendisi de bu kavramı eleştirmiştir.
103. Bethell'e göre (Nicholas Bethell, Gomulka, His Poland and his
Communism-Gomulka Polonya'sı ve Komünizmi, Londra, 1969,
s. 12) «işgâl grevi» ilk kez 1920’lerin sonunda Polonya işçilerince
kullanılm ıştır ve Gomulka da ilk temsilcilerden biridir. Fabrika
işgali, İtalyan işçilerinin Birinci Dünya Savaşı sonrası büyük pro
testo hareketlerinin de önemli özelliklerinden biriolmuştur.
104. Patrick Seale ve Maureen McConville, French Revolution 1968
(1968 Fransız Devrimi), Londra, 1968, s. 105.
105. Age., s. 109.
106. New Left Review, Ocak-Şubat 1969, «The Impermanent Stronghold
(Devamlı Olmayan Üs)», s. 34.
107. Age., s. 35.
108. New Left Reviem, Ocak-Şubat 1969, «Strategy and Struggle (Stra
teji ve Mücadele)», s. 40.
109. Age., s. 42.
110. New Left Review, Ocak-Şubat 1969, «A Revolutionary Student
Movement (Devrimci Bir öğrenci Hareketi)», s. 43.
111. Bernett, kapitalist sınıfın gücünün temelinde Devlet mekanizması
üzerindeki denetimlerinin yattığını kavrayamayarak, «kapitalist
güç» ile neyin anlatılmak istendiğini karıştırm ış görünmektedir.
112. Ege., s. 45.
113. Muhafazakâr Hükümetin öğrenci birliklerini Kayıt İşleri’ nin dene
timine sokma girişimi, yönetici sınıfın, sendikalardan olduğu gibi
öğrenci birliklerinin potansiyelinden de korktuğunu, onları evcil
leştirmek istediğini göstermektedir. Sendikaların yönetim yetki
lilerinin saldırıları altında bulundukları bir sırada, devrimci ol
duğunu söyleyen bazı çevrelerin onların [sendikalar] kaldırılm a
larını istemelerini görmek gariptir.
114. New Left Revlew, Ocak-Şubat 1969, *Two Tactics (İki Taktik)»,
s. 23.
115. Bu cümlenin ne anlama geldiğini çıkarmak zordur; W ilcox’un ken
disinin de bildiğinden kuşkuluyum.
116. James Wilcox, age., s. 30.
117. V. I. Lenin, Pravda, 21 Şubat 1918, Collected VVorks (Toplu Eser
ler), Cilt 27, es. 19-26.
118. Age., ss. 36-39.
119 Bknz. yukarda.
137
120. V. I. Lenin, «A Great Beginning (Büyük Bir Başlangıç)», 28 Hazi
ran 1919, Collected Works (Toplu Eserler), Cilt 29, s 240'
121. Herbert Marcuse, «The Paris Rebellion (Paris Ayaklanması)»,
Peace News, 28 Haziran 1968, ss. 6-7
122. Yani 10-11 Mayıs.
123. Komünist Parti'nin bu temel desteğinin hâlâ sürdüğünü, 1969 Baş
kanlık seçimindeki Komünist aday Jacques Duclos’nun yaklaşık
beş milyon oy almış olması göstermektedir. Toplam oyların yüz
de 21'ini temsil eden bu oyların, Parlamento seçimlerinde yapılan
yerel seçim anlaşmalarının tüm avantajlarından yoksun olunan,
bu nedenle de öteki sol siyasal güçlerin resmî desteğinin olmadığı
üç köşeli başkanlık seçimlerinde sağlandığı anımsanmalıdır.
124. Daha önce, Fanon ile Debray’yi incelerken değindiğimiz üzere,
heyecan verici savlar genellikle gerçeğin yerini almaktadırlar. Bu
nedenle, Yeni Sol kuramcıların savlan fiilî olaylarla sınanmalı-
dırlar.
125. Buradaki öğretmenlere üniversitelerdeki öğretim görevlileri de
dahildirler.
126. 1962 yılında, daha az bilinen bir olasılık sonucu, bu özel birlik
Chavonne'da dokuz CGT militanını öldürmüştür.
127. 29 Mayıs 1968.
128. 24 Mayıs 1968.
129. Daniel Cohn-Bendit, Obsolete Communism. The Left-Wing Alter-
native (Eskimiş Komünizm - Sol Kanat Seçeneği), Londra, 1968,
s. 123.
130. Sonraki beyanlarda bu rakam dokuz milyon olarak kullanılmıştır,-
bu kesimde ben de öyle yaptım.
131. Komünist Partileri ile İşçi Partileri Uluslararası Konferansı'nda
(Moskova, Haziran 1969) yapılan konuşma.
132. Fransız direnme hareketine ilişkin birçok kitapta, özellikle Andre
Tollet’nin The Warking Class in the Resistance (Direnmede İşçi
SınıfO'nda anti-faşist mücadelede işçi sınıfının rolü açıkça be
lirlenmiştir.
133. Komünist Partileri ile İşçi Partileri Uluslararası Konferansı’nda
(Moskova, 1969) yapılan konuşma. Yayınlanmış raporuna bknz:
Prag, 1969, ss. 375-378.
134. Daniel Singer, «Italy after the ‘Miracle’ (Mucize’den Sonraki İtal
ya)», New Statesman, 17 Eylül 1971.
135. Bknz. yukarda.
138
136. James Wilcox, «Two Tactics (İki Taktik)», New Left Reviev», Ocak-
Şubat 1969, ss. 24-25.
137. V. I. Lenin, Collected Works (Toplu Eserler), Cilt 4, s. 317.
138. Bu önemli gelişmenin ayrıntıları için bknz: Phillip S. Foner, Ame
rican Labor and the Indo-China War (Amerikan İşçileri ve Cin-
Hindi Savaşı), New York, 1971.
139. Ayrıntılar için bknz: age., ss. 98-115.
140. V. Lyubimova ve N. Gauzner, VVorging class on the Wane? (İşçi
Sınıfı Azalmakta Mı?», Moskova, tarih yok, s. 40.
141. 'Mühendis' kavramı, bu kesimde, mühendislik diploması olan ya
da yüksek bir teknik niteliği olan birini tanımlamak için kullanıl
mıştır; İngilizce’de genel olarak kullanıldığı üzere beceri sahibi
maden işçilerini tanımlamak için değil.
142. 'Beyaz yakalı işçi’ deyimi bilimsel değildir. Burjuva istatistikçi
leri ve toplumbilimcilerince kullanıldığı üzere, düşük ücret alan
memurdan yürütme ve kapitalist sınıfla bağı olan yüksek yöne
ticiye dek birbirinden çok farklı kategorileri barındırır içinde. Bu
kesimde terimi kullanıyorsam, kısalığındandır, ama benim 'be
yaz yakalı işçi’ teriminde işçi sınıfının bir parçası olan ücretli ve
maaşlı personel içerilmekte, kaderleri işverenlerle ilişkili küçük
yürütme kesimleri ise dışarda bırakılmaktadır.
143. Bknz. Lyubimova ve Gauzner, age., s. 54.
144. 1971 yazında Vietnam ile ilgili Pentagon belgelerinin açıklanma-
sıyle, sadece bu belgelerin, toplam 2.5 milyon sözcükten oluşan
7000 sayfa oluşturdukları değil, Pentagon’ un milyonlarca sıralan
mış belgeye de sahip olduğu anlaşıldı.
145. V. Lyubimova ve N. Gauzner, age., s. 63.
146. A. M. Rumyantsev (der.), Structure of the Working Class (İşçi
Sınıfının Yapısı), Yeni Delhi, 1963, s. 97.
147. Karı Marx, Theories of Surplus Value (Artık Değer Kuramları),
Seçmeler, Londra, 1951, ss. 195-196.
148. Kari Marx, Capital (Kapital), Cilt 1, ss. 508-509.
149. Kari Marx, Theories of Surplus Value (Artık Değer Kuramları),
Seçmeler, Londra, 1951, ss. 195-196.
150. Kari Marx, Capital (Kapital), Cilt III, Moskova, 1959, ss. 287-288.
151. Age., s. 294.
152. Association of Scientific, Techniçal and Managerial Staffs’ın bir
reklâmında şu önemli slogan vardı: «Bir kazma yerine neden bir
kalemi seçtim?»
153. ASTMS: 1967’de 87.000 iken 1970'de 220.000 (birleşmeler dahil);
139
DATA: 1967'de 73.000 iken 1970’de 105.000; NALGO: 1967’de
367.000 iken 1970’de 440.00.
154. V. i. Lenin, Collected VVorks (Toplu Eserler), Cilt 4, s. 202.
155. Son on yılın ikinci yarısında ifade edilen Marcuse’nin önerileri
nin çoğu tamamen onun özgün düşünleri değildirler. Çağdaş ka
pitalist toplumda işçi sınıfının rolüyle ilgili kuramlarının öğeleri
C. VVrigth Mills'in, Ralf Dahrendorf’un, Theodor Geiger’in, T. H.
Marshall'ın, Reinhard Bendix’in ve başkalarının yazdıklarında bul
m uşlardır ilk açıklamalarını. Sonraki sayısız yeni Marcuse’çü de,
işçi sınıfının çöküşünü, yozlaşmasını, burjuvalaşmasını ve hattâ
ortadan kalkışını ‘kanıtlamak’ için ciltler dolusu inceleme, kısa
monografiler, yığınla tez yazmışlardır.
156. John H. Goldthorpe, David Lockvvood, Frank Bechofer ve Jenni-
fer Platt, The Affluent VVorker in the Class Structure (Sınıf Ya
pısındaki Bolluk İşçisi), Cambridge, 1969, s. 183.
157. Bu terim H. Marcuse’nin Tek Boyutlu İnsan’ından alınmıştır.
S O N U Ç
140
8. V. I. Lenin, Collected VVorks (Toplu Eserler), Cilt 32, s. 476.
9. On Lenin, Reminlscences of Foreign Contemporaries (Lenin Üze
rine Lenin Hakkında, Yabancı Çağlaşlarının Anıları), Moskova,
1966, s. 37.
10. David Stafford, «Anarchists in Britain Today (Günümüz İngiltere'
sinde Anarşistler)», Anarchism Today (Günümüz Anarşizmi), ss.
492.493.
11. Irving L. Horovvitz (der.), The Anarchists (Anarşistler), New York,
1964, s. 34.
12. Age., ss. 590-591.
13. Age., s. 594.
14. Son eserinde, bu soruna ilişkin görüşlerini biraz değiştirmiştir, ama
Latin Amerika işçi sınıfına duyduğu eski düşmanlığı asla bırak
mamıştır.
141
YAYINLANAN KİTAPLAR
142
• MARKSİST FELSEFE YAZ i La R II.,.1 ....................................... 22.50 TL.
K. Marx - F. Engels - V. İ. Leninj
143
• ENDÜSTRİLEŞME SÜRECİNİM T^MÖl/ SORUNLARI
SOVYET DENEYİMİ 1925- 194) ............................ 3
Yalçın Küçük
144
mü yayınevimiz tarafından y
bu üçüncü ve son bölümünde, ı
likle son on yıl içinde Batı dı
relerce tartışılan Herbert Mar
almaktadır. Fanon ve Debray
rüşleri bilimin süzgecinden j
marksist özünü sergilemekted
filozof, ruhbiiim kuramcısı ve
tanınan Marcuse'nin, özeliil;
ele olmakta; ve onun, çağdaş